Fazla uzun bir girizgahtan sonra, konunun sadedine, yani benim açılma hikayeme geleyim.
Ben o kadar zor açıldım ki, yani herhalde ancak o kadar zor açılınır. Yok, abartıyorum belki, eminim ne hikayeler vardır daha ama benimki de benim için gayet acı dolu, çok sıkıntılı bir süreç ile gelişti. Bizi öldürmeyen şey bizi güçlendirir diyelim bari avunmak için.
En önemli şeyi en başta söyleyeyim. Ben 27 yaşında açıldım. O zamana kadar eşcinsel ilişkim hiç olmadı, en ufak yakınlaşma, en ufak bir macera, en ufak bir kaçamak vs. Görüp okuduklarımdan çıkardığım sonuç ise, bunun çok geç veya çok erken olmadığı, sadece o şekilde olmuş olduğu. Çok garip değilim bu açıdan, zaten bahsettiğim gibi, 7 milyar insan varsa 7 milyar da cinsellik var.
Şimdi baştan alayım. Bu blogun ilk yazılarında da bahsettiğim üzere, benim cinsel dürtülerim de, her sağlıklı insan gibi, çok küçük yaştan beri vardı. O dönemlerde sadece onların cinsellik olduğunun farkında değildim. İlkokula başladığımda gayet cüsseli, haşin, beni rahatsız edenleri döven, sınıfın etkili kişilerinden biriydim. Daha sonra enteresan şekilde bu durum değişmeye başladı. Bana sınıftaki gıcık
tiplerden birinin "kız bu yaa" türünden bir lafı dediği ilk dönem İlkokul 3'tü. Bu çocuğun beni bu tip laflarıyla cidden rahatsız etmesi ise İlkokul 4 ve 5. Tam olarak neyi görüyordu bilmiyorum ama herhalde bir takım feminen davranışlarım oluyordu ve bunu ben farkedemesem de o ve onun gibi tipler farkedebiliyordu. Sonradan okuduklarıma göre fena halde tipik bir gelişim bu. Siz kendinizdeki farklılığı farkedemeden, başkaları sizin farklı olduğunuzu farkedip aşağılamaya başlıyor. Zaten çocukluk dönemi, çocukların birbirlerini farklılıklarından ötürü aşağılamaya bayıldıkları bir dönem ve bir eşcinselin en savunmasız, en durumu kavrayamayıp kendini durumlara göre korumayı bilemediği dönem bu rezalet ergenlik dönemleri, 10 ile 15 yaş gibi dönemler.
Ben bu elemanın "kız, kız" laflarından rahatsız olsam da, sonradan "kız bu ya" lafları başkalarına da yayılmış olsa da, yine de ilkokul dönemi çok da fazla sıkıntılı geçmedi. Ayrıca ilkokul dönemimde bende cinsellik işi uyanmadığı için, bu lafları fazla içselleştirmiyordum. Yalnız artık hakkaten ne değişiyorsa, benim bu haşin hallerim yerini daha uysal, kavga etmekten kaçınan, kendi halinde sevdiği arkadaşları ile takılan hallere bıraktı. İlkokul 5'in son günlerinde, bir sabah okul töreninde,
sınıftan sevdiğim iki kızın bana 5 tane soru sorup, ki sorulardan tek hatırladığım "bacak bacak üstüne nasıl atarsın, üst bacaklar birbirine değecek şekilde mi, arada boşluk bırakarak mı?" şeklinde bir soruydu ve ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum ama bu test benim ne kadar kız olduğumun testiydi ve aşağı yukarı 3 parça erkek, 2 parça kız gibi birşey çıkmıştım. Bu teste cevap verirken aslında bu testin altından ne çıkacağını az çok sezmiştim sanırım ama yine de yanıtlamaya devam etmiştim zira o kızları (adları R. ve T.) çok severdim, beş senedir süren güzel bir arkadaşlığım vardı ve bana böyle birşey yapmayacaklarını düşünmüştüm sanırım. Tam olarak neler düşündüğümü falan pek hatırlamıyorum, üzerinden 20 sene geçmiş şeyler, ama o testin sonucunu söyleyip bana güldüklerinde gururumun ciddi derecede incindiğini hatırlıyorum. Sanırım ilkokul dönemimde bu konuyla ilgili bana en çok dokunan anı bu. Eminim eşcinsel bireylerin çoğunun böyle anıları var ve çoğu da tekrar o günleri deşeleyip bu tip şeyleri yeniden hatırlamak istemez ama benim bu blogda bunları yazasım, bütün anılarımı deşesim var. Belki birilerine birşeyler ifade eder bu durumlar.
Neyse, sonra fazla bir yara almadan ilkokul bitti ama ne olduysa, ortaokul için başka bir okula geçmem ile başladı. Sınıfa başlar başlamaz, başını bir kişinin çektiği, birkaç kişiden oluşan zorba bir gruptan "top" laflarını yemeye başladım ve bu durum benim fena halde ağırıma gitti. Zaten yeni okulda, ilkokuldan gelen arkadaşlıkların networküne dahil olmaya çabalıyordum, ilkokuldaki beni seven, kollayan arkadaşlarım gitmişti ve bana top denilmesinden ileri derecede alınmaya ve incinmeye başlamıştım. Bir de ortaokul ile birlikte benim de cinsellik ile ilgili hislerim uyanmaya başlamış, top kelimesinin tam anlamını (erkeklerden hoşlanan erkek) anlayabilir duruma gelmiştim, bunun ne getireceğini çok bilmesem de toplum tarafından feci yanlış birşey olduğunu öğrenmiş, bundan fena halde korkar duruma gelmiş, ne pahasına olursa olsun bunun anlaşılmaması için uğraşmam gerektiğini farketmiş, bunun ulu orta söylenmesinden dolayı da bu nedenle acaip derecede utanır olmuştum.
Ben ilk defa ortaokulda gerçekten erkeklerden hoşlandığımı farketmiştim. Elbette daha önceden de, önceki yazılardan da okunabileceği üzere, erkeklerden hoşlanıyordum ama ortaokulda ilk defa bunun cinsellik denen şey olduğunu idrak edebilmiştim. Ki bu da çok normal bir seyir, genelde erkek çocukların cinsellikleri farkedişleri 12 yaş civarı oluyor, kimilerinde biraz erken kimilerinde biraz geç. Zaten ilkokulun 5 sene olarak kurgulanmasının altında yatan mantık da bu, çocukların cinsellikleri uyanana kadar beraber okusunlar vs. Neyse, gayet net hatırladığım bir başka şey de ilk boşalarak biten mastürbasyonumun Ortaokul 1'de olması. Daha önceden de penisimle oynadığımı ve bundan değişik bir zevk aldığımı hatırlıyorum ama boşalmak farklı bir şeydi benim için. Show TV'de Vahşi Orkide adlı sevişmeli gerilim filmini, prime time gibi bir zamanda odamda izliyordum ve Mickey Rourke ile Carre Otis'in seviştiği bir sahnede boşalmıştım. Tam olarak hangi oyuncu beni daha çok tahrik etmişti hatırlamıyorum ama o denemler Mickey Rourke gayet taş bir abimizdi. Penisimden gelen beyaz renkli sıvıyı görmüş, daha önceden bu konu hakkında kimseyle konuşmamış, hiç bir şekilde haberim olmamış olduğu halde bu durumu çok normal karşılamıştım. Niye bilmiyorum, içgüdüsel olabilir.
Konuyu süper dağıtıyorum ama olayları sıralı anlatayım dedim. Olayın özü, o dönem cinsellik kavramı ile tanışmış, sınıfta bu iğrenç çocukların grubundan hemen hemen her gün sözlü aşağılama görmeye başlamış, kendi durumumdan inanılmaz derecede korkmuş, nasıl başa çıkılacağı konusunda hiç bir fikrim olmadığı için de, o dönem bana en mantıklı gelen yol olarak davranışlarıma aşırı derecede dikkat etmeye, fazla kıpırdamamaya, fazla konuşmamaya, fazla gülmemeye, iyice içime kapanmaya başlamıştım. Yine de birkaç iyi arkadaşım olmuştu (M. ve T.) ve onlarla birşeyler yapıyor, bir grup içine dahil olma ihtiyacımı karşılıyordum. Bu durumdan dehşet şekilde korktuğum için de aileme veya bir başka kişiye asla anlatamazdım, anlatmadım da.
Bu yazı fena halde uzayacak ama kendi blogum, anlatayım. Ortaokul 2. sınıfta eşcinselliğimle ilgili 27 yaşıma kadarki iki deneyimimden birini yaşadım, ona da ne kadar deneyim denebilirse. O sene sınıfımıza gelen, hafif sarışınca, esmer tenli, zayıf bir çocuk olan F. ile aynı mahallede oturuyorduk, birkaç kez evine başkalarıyla beraber gitmişliğim, oyun oynamışlığımız, ders falan çalışmışlığımız vardı. Bir gün evine tek başıma, sadece muhtemelen bir ödevi, birşeyi almak üzere kısa süreliğine gitmiştim. Evin içerisine girdiğimi, tek başımıza olduğumuzu, bana ödevi mi, artık neyi verecekse verdiğini hatırlıyorum. Sonra da ben gideyim demiştim, ayrılırken tam olarak nasıl oldu hiç ama hiç hatırlamıyorum, ama bir şekilde T-shirt'ünü kaldırmaya çalıştım, zira fena halde bir erkek memesi fetişim vardı (hala da tüm şiddetiyle devam ediyor gerçi). Bütün o bastırılmışlığı, korkuları falan nasıl alt edebildim de o hareketi yapmaya cesaret edebildim bilmiyorum. İki açıklaması var bunun, birincisi bu hareketimi kolayca "şaka yaptım"a vurma olasılığım vardı, ikincisi de cinsel dürtüler o kadar yoğun, o kadar bastırılması aşırı güç şeyler ki, bir yerden her şekilde patlıyorlar.
Neyse bu hareketim çocukçaydı ama farkedildi elbette. Hem açığa çıkacak olmaktan hem de cinsel bir arzudan heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çocuğun memesini gördüm mü hatırlamıyorum ama o hareketten sonra çocuk bana başımı kaldırmamı söylemişti, ben de kaldırmıştım, sonra boynumda birşey yaptığını hatırlıyorum. O sırada ne yaptığını anlamamıştım. Bir süre sonra çekildi, ben de başımı tekrar öne indirince, boynumda bir ıslaklık olduğunu farketmiştim. Ağzımdan çıkan söz "aa, sen yalamışın" oldu. O da gülümseyerek "evet" demişti. Ben yalanmış olmaktan çok zevk almadım sanırım, biraz da olayın absürdlüğü ile "neyse ben gideyim" deyip gitmiştim. Eve döndüğümde "ne yaptım ki ben şimdi" diye düşünmüştüm. Ertesi gün okula gittiğimde ise F. benle konuşmuyordu, öğleyin koridorda karşılaştığımızda ise ben ona selam vermiştim, o da bana daha önceden hiç demediği birşey olarak "top" deyip gitmişti. Durumun nedenini anlamıştım ve üzülmüştüm. Çok yakın arkadaşım olmasa da sevdiğim biriydi. Yaptığımdan utanmıştım gene. Gerçi benimkinden daha abartı bir hareket yapan oydu ama muhtemelen o akşam o da "acaba ben ne yaptım, ben de mi top oldum" diye düşünüp korkmuş olmalıydı.
27 yaşından sonra öğrendiğim gerçekler olarak, ben bu tip gerizekalı, safça deneyimler yaşarken, eşcinsel güruhun bir kısmının da aynen karşıcinsel güruhun bir kısmı gibi bayağı emmeli gömmeli, hiç böyle yok memesini gördün, yok boynunu yaladın gibi tırıvırı şeylerle yetinmediğiydi. Yine de çok üzüldüğümden değil, bu işlerin çok erken yaşta başlaması da hayırlı sonuçlar veren şeylerden değil belki de. Eşcinsellik gibi zaten sıkıntılı süreçleri olan bir durumun, hayatı fazla tanımadığın ve kendini çok savunamayacağın yaşlarda senin hayatında fazlaca yer kaplaması belki de oldukça tehlikeli olma potansiyeli olan bir şey.
Tamam, ortaokul bitsin yeni yazıya geçeceğim.
Ortaokul 3'te (orta son derdik) tüm sınıflar yeniden karılmıştı ve ben harika bir şans ile, bu bana sözlü olarak sataşmayı seven tiplerin başında orospu çocuğu ile aynı sınıfa düşmüştüm yine (bilmiyordum ki bu durum tekrarlanacaktı ileriki yıllarda). Yeni sınıfta yeni bir başlangıç yapma umudum da bu sebeple suya düşmüştü. Bu katıksız orospu çocuğu, sınıftaki diğer gereksiz tipler ile birleşerek bu senede bana saldırma işini iyice azıtmıştı. Bu arada ben neden olduğunu bilmediğim şekilde ilkokuldan beri bu saldırılara bir karşılık vermiyordum. Kendimi inanılmaz derecede ezik, güçsüz, korkak ve çaresiz hissediyordum. Neden bana saldıran tiplerle kavga etmekten bu kadar kaçındığımı hiç bir şekilde bilmiyorum. Belki içselleştirilmiş homofobi denen kavramla açıklanabilir ama cidden kendimi hiç kavga edebilecek şekilde göremiyordum, hiç bir şekilde de bu saldırılara etkili şekilde karşı çıkamadım, çıkmadım. Benim karşı çıkmamamı, tersine ciddi şekilde üzüldüğümü gören bu orospu çocukları da bana saldırdıkça saldırdılar doğal olarak. O sene işler iyice zıvanadan çıkmış durumdaydı, her gün ciddi şekilde aşağılanıyordum, bazen fiziksel şiddet de yaşadım ve ciddi derecede bir depresyona girdim. Her akşam kendimi nasıl öldürsem diye düşünür oldum, yollara baktığımda kendimi arabaların önüne attığımı hayal ediyordum falan. Orta 3 hayatımın en berbat yılı olarak geçti, okulda kendimi iyice izole hissediyordum, utancımdan çok az kimseyle konuşuyordum, kendimden nefret ediyordum ve ölmek istiyordum. 1995 yılıydı, o dönemin bütün depresif şarkılarını artık ne zaman bir yerlerde duysam aşırı derecede rahatsız oluyorum ve dinleyemiyor, katlanamıyor ve ya müziği kapattırıyor ya da ortamı terk ediyorum. Bunlardan biri Everything but the Girl'den "Missing", diğeri de Therapy?'den "Diane". Artık nasıl bir hasar bırakmışsa o yıl bünyede. Şimdi bu yazıyı yazarken her iki şarkıyı da açıp baştan sona dinledim 20 yıl sonra. Bundan sonra acıtmayacak bu şarkılar artık. I am cleaning my closet (Atilla Taş mode on).
Not: F. ile bir daha hiç görüşmedik, arkadaşlığımız orada bitti. Yıllar sonra facebook'tan onu aratmak aklıma geldiğinde bir kızla sarmaş dolaş profil resminin olduğunu görmüştüm. Şimdi tekrar baktım, tek başına duruyor ve evli gözükmüyor. Bilmiyorum eşcinsel miydi, biraz eğilimli miydi neydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder