Bu konu aslında biraz fazla özele girmek gibi olacak ama burada dikkat çekmek istediğim, insan cinselliğinin ne kadar farklı olabileceği.
Cinsel olarak nelerden hoşlanıyorum sorusuna güzel bir yüz, güzel bir vücut demek çok klasik, banal bir cevap olur herhalde ama öyle. Sarışın erkekler ilgimi çekiyor evet ama şart değil. Renkli gözler ilgimi çekiyor ama şart değil. Ama güzel bir yüz ilgimi çekiyor ve bu bir şart. Adamın yüzü hoşuma gidecek kesinlikle. Bir de fazla sert hatlar değil, daha mülayim hatlar, daha yumuşak, şefkat dolu bakışları seviyorum.
Vücut konusunda, evet kaslı, yapılı, fit vücutları seviyorum. Kimileri göbekli tipleri seksi buluyor, ben pek öyle değilim. Üzerimde kaslı, yapılı, büyük güçlü kemikleri olan birisine dokunmak çok baştan çıkarıcı.
Bir meme fetişistiyim sanırım, erkek memeleri benim aklımı başımdan alan tek şey. Ne kadar büyük, o kadar iyi. Beni baştan çıkarmak için en büyük unsur bu, meme. Çoğu eşcinsel için garip birşey gözlemlediğim kadarıyla. Memeleri izlemek, onlara dokunmak, saatlerce emmek, ısırmak, yalamak. Bunlar benim zevklerim. Meme uçları aslında oldukça hassas ve iyi uyarıldığında çok zevk veren organlar. Memelerinden hiç zevk almayan biriyle beraber olmuştum, herhalde iyi bir partner olamazdık asla seks konusunda.
Bu meme işinin neden bu şekilde bende olduğunu bilmiyorum. Freud'a göre bebekliğimde oral dönemimde yaşadığım bir travma olabilirmiş, pek bir travma hatırlamıyorum gerçi. Bu meme fetişistliği kendimi bildim bileli var, üstü çıplak bir erkek gördüğümde genelde memelerine kitlenirim. Bu meme görünce dayanamama durumu başıma iki kere iş açtı, birini anlatmıştım, öbüründe de bir arkadaşımı havuzda uzun uzun taciz etmişliğim var göya çaktırmamaya çalışarak. Ama anlaşıldı tabii, sonrası hoş olmadı.
Buna karşın erkek cinsel organına karşı ilgim sıfır. Bakmaktan, görmekten zevk almıyorum. Tutmaktan belki, o da karşıdakine zevk verdiğimi hissettiğimden. Oral seks yapmak bana göre değil, zerre zevk almıyorum, dolayısıyla pek zevk de veremiyorum. Bana yapılırsa da biraz zevk alıyorum ama uçmuyorum. Bu neden onu da bilmiyorum.
Kıl konusunda olsa da seviyorum olmasa da. Kılların yakıştığı erkek de var, maymun gibi duranı da. Kılsız erkeklerin de kimi güzel kimi değil. Benim için kıl çok belirleyici değil, ama olunca zevkle dokunurum adamı sevdikten sonra.
Başka pek bir fetişim yok herhalde. Güzel eller ve ayaklar kesinlikle artı puan elbette. Güzel elin tanımını yapmakta zorlanırım, zayıf ve narin olmayan, güçlü, kaslı eller ve kollar severim.
Ten rengi konusunda da her türlüsüne açığım, pek farketmez. Zenciler de seksi geliyor, beyazlar da. Asyalılar genel olarak pek çekici değil.
Vücut tipi olarak da kesin bir zevkim olmasa da benden kısa ve minyon erkekler de çok seksi gelmekte. Ama benden uzun veya benden iri olan kişilerle birlikte olmaktan da zevk aldım.
Davranış olarak kesinlikle nazik, bilgili ve kültürlü, hatta hafiften nerd. Konuşamadığım birisiyle beraber olmanın bir anlamı yok. Feminenlik, yok hayır, sempatik bile gelmiyor aslında.
Profil sitelerindeki fotoğraflarda gülümseyen güzel bir yüze tav oluyorum ben hep.
Anal seks konusunda da pek hevesli değilim. Eskiden belki biraz daha ilgiliydim, şimdi pek çekici gelmiyor.
Aktif-pasiflik durumuna insanlar çok önem veriyorlar, bunu pek anlamıyorum. Bence ilişkiyi hadi geçelim, güzel bir seks bile aktif-pasiflik sıkıcılığına indirgenmemeli, tabii bu bana göre. Aktif-pasiflik kavramlarını bilmeden yıllar yıllaaar önce dahi kendimi hiç ama hiç pasif pozisyonunda hayal etmedim, aklıma bile gelmedi bu, çok ilginç belki de. Penetrasyon durumlarını düşlüyordum ama ben hep aktif taraftım. Daha sonra pasif ilişkiyi de denedim ama hiç mi hiç zevk vermedi. Sanırım ful aktif denilen tiptenim. Bir arkadaşım "kendini ful aktif veya ful pasif gören kimseyle birlikte olmuyorum, kendilerini bir kapana hapsetmişler gibi geliyor, oysa seks özgür olman gereken bir yer" demişti. Ne demek istediğini anlayabiliyorum ve özgürlükleri savunan biri olarak katılsam katılacağım ama bana hiç uymuyor. Kimi eşcinsellerin de hayatlarının bazı dönemlerinde aktif olmaktan bazı dönemlerinde pasif olmaktan hoşlandıklarını okumuştum, olabilir bunlar da herhalde. Yine de benim için hiç önemli meseleler değil bunlar, ben seviştiğim kişiye dokunmaktan, sarılmaktan, okşamaktan daha büyük keyif alıyorum. Eşcinsel çiftlerin önemli bir kısmının hiç anal seks yapmadan yaşadıklarını da okumuşluğum var, o nedenle kafam da rahat.
BDSM konularına hiç girmedim, hiç de öyle şeylerle uğraşacak bir tip değilim. Belki porno izlerken zevk olsun diye ara sıra bakarım.
Yaş konusunda genelde 25-50 arası sanırım ilgi alanıma girebilen. Çok gençleri sevmiyorum ama olgun erkek hoş birşey bence.
Daha absürd şeyler, mesela bok yeme, üstüne işeme falan, aman aman, hiç öyle fantazilerim olmadı. Sanırım ben daha çok vanillacı dedikleri tiptenim.
Beni en mutlu eden cinsellik dokunmak, sarılmak, koklamak, öpüşmek, güzel sözler söylemek, okşamak, küçük küçük öpmek, kucağına kafamı koymak, sıcaklığını hissetmek, elele tutuşmak, kaşık pozisyonunda uyumak falan gibi çok naif şeyler. Ama mutluluğumu tavana vurduruyor bunlar. Bana da aynılarının yapılmasından hoşlanıyorum.
Gördüğüm kadarıyla ileri derecede tek eşliyim, çok sevdiğim tek birisi olsun, ona güven duyayım, hayatımı paylaşayım, birbirimizi iyi tanıyalım, her akşam kafamı yastığa koyduğumda rahat olsun içi, huzurlu olayım, sadık olayım modundayım. İlk açıldığımdaki sapıttığım ara haricinde tüm hayatım boyunca da böyle oldum, bundan da memnunum. Kaçırdığım seksler gibi bir hayıflanmam yok, güven duygusu ile yapılan seks beni mutlu eden oluyor. Yoksa abuk subuk önüne gelenle yatmanın çok çabuk içinde bir boşluk duygusu yarattığını gördüm, bu bana acı verdi, bir daha öyle bir hayatım olsun istemem.
Sanırım cinselliğim konusunda söyleyebileceğim şeyler bunlar.
29 Haziran 2015 Pazartesi
Açılma, Nam-ı Diğer "Coming Out" 2
Bir sene boyunca yurtdışında kalmış, bir takım arkadaşlıklarım olmuş ama romantik bir ilişkim hiç olmamıştı. Bir kıza biraz asılır gibi olmuş, ama kızın benle alakası olmadığı için pek bir işe yaramamıştı. Avrupa'nın ortasında, bir sürü yaşıtım gencin arasında, herkes birbiriyle sevişirken ve bana yattıkları kızları anlatırken ben onları bir sene boyunca dinlemiştim. O senenin sonlarına doğru bu yalnızlık beni derin bir depresyona bile soktu, babam yanıma gelmek durumunda kaldı. Neyseki çabuk atlattım zira yaz geldi kısa süre sonra ve herşey daha güzel gözükmeye başladı.
Avrupa'daki ikinci senemde bir başka ülkeye gitmek durumunda kaldım. Burada kaldığım yerde durum daha da vahimdi. Etrafımdaki kızların güzelliği muhteşemdi, etrafımdaki erkekler de bu kızları gayet rahat şekilde götürmekteydiler. Bir sevişme cennetinin ortasına düşmüştüm ama canım hiç bir şekilde biriyle olmak istemiyor, bir yılı geçkin süredir süren duygusal yalnızlığım bu cennetin ortasında beni boğuyordu. Hem de ne boğulma...
O ülkedeki dördüncü haftamda bir gün yine etrafımdaki herkesin birbiriyle yiyiştiği bir ortamdan kaldığım yurt odasına döndüğümde, her tarafımı sarmış ciddi bir duygusal krizle kafamı masamın üstüne dayayıp böhür böhür ağladım. Ama nasıl ağladım bir ben biliyorum. Kendimi o kadar yalnız hissediyordum, o kadar yalnızlıktan ölüverecek gibi hissediyordum ki... Bir süre sonra az biraz sakinleyince, bu işin böyle gitmeyeceğini, o çılgınlar gibi korktuğum eşcinsel dünyayı keşfetmek zorunda olduğumu orada anladım. Eşcinselliğimle yüzleşmek benim için dünyanın en zor şeyiydi. Onyıllar boyunca kendi ellerimle ördüğüm bir bastırılmışlık, korkular, endişeler, ağlamalar, hüzünler, içine atmalar, belli etmemeye çalışmalar duvarını kendimin aşması anlamına geliyordu bu. Avrupa'da işlerin daha da kötü gitmesinin sebebi, kendi ülkemdeyken iyi kötü bana her durumda destek olan bir ailem ve arkadaş grubumun olmasıydı, Avrupa'da yalnızlığım katmerlenmiş, bir de cinsel özgürlüğün daha yoğun olması kendimde fena halde bir eksiklik, yetersizlik hissi de yaratmıştı.
Kafamı masadan kaldırdığımda, google'dan gay bar diye aramaya karar vermiştim. Benim o sıraya kadar eşcinsellikle ilgili tek bildiğim şey, gay barların olduğu, eşcinsel arıyorsan oralara gitmen gerektiğiydi. On yıldır elinin altında internet olan, üniversite mezunu, araştırma yapmayı seven birinin, onca sene bir kez dahi eşcinsel dünya neymiş diye merak edip aramaması nasıl bir korkudandır, daha sonradan kendime hayret etmişliğim çok.
O noktada hissettiğim şey dünyamın yırtıldığıydı. Ya bu işi bütün cesaretimi toplayarak yapacaktım, ya da hakikaten delirecektim. Google'da yaşadığım şehrin adını gay bar diye ekleyerek yazdım. Karşıma çıkan sonuçları not ettim. Cuma gecesi en büyük barında bir parti olduğunu gördüm ve ona gitmeye karar verdim.
O cuma gecesi saat 8 sularında barın önündeydim. Bar fazla dışarıdan fazla enteresan bir yer gibi durmuyordu. İnsanlar gayet sakin içeri giriyorlardı. Yalnız kafamda gay bar imajı, insanların masaların üzerinde birbirlerini becerdikleri korkunç mekanlar oldukları için girmeye bir türlü cesaret edemedim ve evet, o kapının önünde, tam bir kezban modunda, tam 3 saat bekledim. Vallahi abartmıyorum. Dışarısı eksi bilmemkaç dereceydi, bir süre sonra da kar yağmaya başlamıştı ve ben ne girmeye cesaret edebiliyordum ne de "buraya girmeden buradan gitmeyeceğim" kararlılığında olduğumdan kalkıp gidebiliyordum. 3 saat o barın önünde evsizler gibi bekledim evet. Saat 11'e yaklaştığında ise korkularım üşümeme yenik düştü, biraz daha kalsam donacakmışım gibi hissettim ve içeriye, eğlenmeye gelen bir parti insanı olarak değil de, soğuktan donmak üzere olan bir kazazede moduyla girdim.
Kapıda giriş ücretini ödeyip paltomu verip içeri geçtiğimde tam bir hayalkırıklığı yaşadım. İçerisi oldukça boştu ve herhangi bir bardan zerre farkı yoktu. Elimdeki bilet ile bir içki alıp etrafıma bakındım, pek bir numara yoktu. Birisine insanlar nerede diye sordum, yukarıyı gösterdi. Tamam dedim, herhalde sikiş yukarıda dönüyor. Merdivenlerden yukarı çıktığımda gördüğüm manzara yine beklediğimden çok farklıydı. Oldukça klas bir yere geldiğimden, yukarıda farklı konseptleri olup farklı müzikler çalan bir kaç farklı büyük oda buldum. Biri disko modunda müzik çalıp insanların dansettiği bir yerken, birinde büyük bir piyanoyu çalan bir trans kadın yanında bet sesleriyle karaoke yapan adamlar vardı, birinde bir masanın etrafında bir sürü insan zar atarak bir oyun oynuyordu falan. Ortam gayet nezih, insanlar gayet düzgün tiplerdi. Normalde zaten gece hayatı sıfıra yakın bir tip olduğumdan, o tip ortamlarda zaten kasılan ben, ekstra kasılmış bir şekilde, tam olarak ne yapacağımı bilemediğimden bir kenara geçip karaoke yapanları izlemeye başladım.
Orada aptal aptal dikilirken, omzuma bir el pat pat vurdu. Kafamı çevirdiğimde ise karşımda okuldan tanıdığım bir başka Türk çocuk (E.) ile karşılaştım. O anda şoka uğramış, "eyvah, basıldık" havasına girmiştim, o ise gayet rahat bir şekilde "ay sen de mi burdasın, çok güzelmiş burası dimi? Bak ne kadar yakışıklılar var" dedi. Oğlanın rahatlığı beni de rahatlattı. Kendi kendime "benim eşcinsel olduğumu herkese mi söyleyecek, söylerse kendisininki de ortaya çıkar, aman zaten yurtdışındayız ne olacaksa olsun" şeklinde bir mantıksal çıkarım yaparak, endişelerimi bir kenara koymaya ve oğlan ne yapıyorsa ona takılmaya karar verdim.
O gece gayet güzel, olaysız, hatta E. ile karşılaşmış olmaktan dolayı fazlasıyla rahatlamış şekilde bitti. Tam o gece miydi hatırlamıyorum ama bir akşam onun odasında olduğumuzda E. ile, kendisiyle cinsel çekim olarak alakam olmamasına rağmen, birlikte uyumayı teklif bile etmişliğim oldu üstü kapalı. Kibar davrandı ve olur molur dedi ama yarım ağızlı olduğunu farkettim, ben de üstelemedim. Bunun nedeni ise o sıralarda ileri derecede sevilmeye olan ihtiyacımdı, bunu şimdi çok net görebiliyorum. Birinin sıcaklığında olmaya o kadar hasrettim ki, bana iyi davranan ilk kişiye sokulmak istemiştim. Çok kötü zamanlardı benim için. Neyse ki o dönemi kısa sürede ve oldukça "hızlı" şekilde atlattım.
Devamı gelecek...
O gece gayet güzel, olaysız, hatta E. ile karşılaşmış olmaktan dolayı fazlasıyla rahatlamış şekilde bitti. Tam o gece miydi hatırlamıyorum ama bir akşam onun odasında olduğumuzda E. ile, kendisiyle cinsel çekim olarak alakam olmamasına rağmen, birlikte uyumayı teklif bile etmişliğim oldu üstü kapalı. Kibar davrandı ve olur molur dedi ama yarım ağızlı olduğunu farkettim, ben de üstelemedim. Bunun nedeni ise o sıralarda ileri derecede sevilmeye olan ihtiyacımdı, bunu şimdi çok net görebiliyorum. Birinin sıcaklığında olmaya o kadar hasrettim ki, bana iyi davranan ilk kişiye sokulmak istemiştim. Çok kötü zamanlardı benim için. Neyse ki o dönemi kısa sürede ve oldukça "hızlı" şekilde atlattım.
Devamı gelecek...
Aktivizm
Geçmişi anlatmaya ara verip, şu anki düşüncelerimden bahsedeyim.
Kendi eşcinselliğimi kabul edip, bu özelliğimden dolayı ciddi baskı, şiddet, kabul görmeme, aşağılanma ve bunlara bağlı olarak başta kendine güvensizlik gibi çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığımın da ayırdına varınca, bende "ben çektim belki kendi çektiklerim başka birilerinin de benzer sorunları yaşamalarını engeller, en azından yalnız olmadıklarını anlarlar, sorunların üstesinden gelinebileceğini görebilirler" düşüncesi oluşmuştu.
Türkiye'ye döndüğümde İstanbul'da Lambda'ya gitmeye başladım. Çok muhteşem bir aktivist olduğumdan değil ama neler yapıldığını görmek amacıyla etkinliklerine katılmaya başladım. Çok sıkıcı ve bunalımlı eşcinsel filmleri gösterimleri vardı, ama oturup izliyordum. Filmler sonrası film hakkında tartışmalar yapıllıyordu. Fena değildi. Bundan başka atölye çalışmaları oluyordu çeşitli konular üzerine, onlar da fena değildi aslında, pek çoğuna katıldım. Bir dönem danışma hattında çalıştım, ama oldukça zorladı beni gelen sorulara cevap vermek.
Daha sonraları Açılma Toplantıları başladı ve bunlar muhteşem oldu. Lambda'nın ufak mekanı tıklım tıklım doluyordu zira aynı zamanda Listag'dan anne-babalar da gelip o toplantılara katılıyorlardı. Orada insanların açılma hikayelerini dinlemek, herkesin farklı farklı hikayelerindeki benzer temaları yakalamak, duygudaşlık kurmak çok güzel oluyordu. Gayet sakallı olup trans kadın olduğunu söyleyen biri, türbanlı olup nasıl annesine lezbiyen olduğunu anlattığını anlatan süper zeki bir kız, karşıcinsel olup, evli olup aynı zamanda ara sıra kadın giysileri giyip dolaşmaktan hoşlanan yakışıklı bir adam, ciddi derecede feminen olup hem ailesinden hem okuldakilerden sürekli sözlü ve fiziksel şiddet gören ve bunları gözyaşları içerisinde anlatan bir gence kadar bir sürü ilginç hikaye dinledim. Orada oluşan o ortam, o dayanışma, senin halinden çok iyi anlıyorum duygusu tarif edilemezdi benim için. Lambda'ya dair en çok özlediğim şey o müthiş samimi ve duygusal geçen Açılma toplantıları.
Neyse, Lambda'ya neredeyse bir buçuk yıl gittim geldim, etkinliklerine katıldım, hatta yönetim kurulu toplantılarına bile katıldım pek çok kez. Yalnız nedenini bilmediğim bir şekilde orada oldukça çekingen kaldım. Bir de kimseyle samimi bir arkadaşlık boyutuna getiremedim ilişkilerimi, kimseyle elektriğim mi uymadı diyim, nasıl açıklanır bu bilmiyorum. Dolayısıyla herhalde orada sessiz, pek çekingen bir tip olarak algılandım, öyle de kaldım. Tam olarak neden öyle oldum bilmiyorum, elbette bunda Lambda dışında sıfır açık bir hayat yaşamamın bir etkisi var. Bunun yanında eşcinsellik kavramının getirisi olan, toplumun her kesiminden insanın başına gelen birşey olduğu için, orada da değişik değişik kesimlerden insanlar bir aradaydı. Bu aslında iyi birşey çeşitliliği görmek bakımından fakat benim iletişim kurmamı, oradakilere kolay güvenmemi etkileyen birşey oldu ister istemez. Ama tüm bu durumlar benim beceriksizliğim kabul ediyorum, Lambda bana her yönüyle inanılmaz güzel bir deneyim yaşattı.
O sıralardaki düşüncem de şu olmuştu, madem bu kadar LGBT birey var, madem ortada bu kadar ayan beyan bir şiddet ve hak istismarı var, neden bütün durumu müsait LGBT bireyler bu tip dernekler altında bir araya gelmiyor, hak mücadelesine destek için elinden geleni yapmıyor, ufak da olsa bir katkıda bulunmuyor?
Bunun cevabını çok net kestiremiyorum hala. Kürtçülük yapıldığı algısı pek çok insanı iten ilk neden, benim orada olduğum sırada bunu pek hissetmemiştim ama benden önceleri yoğun şekilde Kürt milliyetçiliği sempatizanlığı olduğunu duydum şuradan buradan. Ben bu tür bir, LGBT hakları dışında olan bir konunun yoğun konuşulduğuna rastlamadım ama orada bulunduğum dönemde.
Daha sonra İstanbul'dan ayrıldım, Ankara'ya geldim. Lambda'da çok güzel zamanlar geçirdiğimden buradaki Lambda muadili dernek olan KaosGL'ye gittim. Ne yazık ki Kaos'un Lambda benzeri değişik aktivitelerden oluşan etkinlikleri, açılma toplantıları, dinamik bir yapısı yok gözüktü gözüme. Son derece sönük, fazla politik, fazla formal gözüktü, bir daha da ilgilenmedim burayla. Lambda İstanbul'a dair en çok özlediğim şeylerden biri, her ne kadar fazla aralarına karışamadıysam da.
Daha sonra It Gets Better projesi ile karşılaştım ve beni bayağı etkiledi. ABD'de intihar eden LGBT ergenlere umut vermek üzere Dan Savage ve kocası tarafından başlatılan ve kısa sürede çığ gibi büyüyen bu projenin ilk videosunda anlatılanlar tam beni anlatıyor demiştim.
Bu projenin pek çok destek videosunu izledim, Apple, Google çalışanlarının olduğu videolar özellikle çok güzeldi. Ana mesaj "ortaokul, lise zamanları sizin için çok zor geçiyor olabilir, ileri derecede şiddet görüyor olabilirsiniz, ama biraz daha sabredin, lise bitince yeni bir hayat başlıyor ve her şey daha iyi olmaya başlıyor, intihar etmek çözüm değildir".
Kendisi de intihar etmeyi ciddi ciddi düşünmüş, o derece bir umutsuzluk ve yalnızlıkla o yaşlarda boğuşmuş birisi olarak beni etkilememesi imkansızdı bu videoların. Daha sonra bu projenin çıkardığı kitabı da okudum, o da çok güzeldi.
Daha sonra bu videolar ve kitabı Türkçe'ye kazandırmak için bir girişimde bulunabilirim, bir internet sitesi açıp ilgi gösterebilecek insanlara duyurabilir, online bir topluluk oluşturup hem bir amaç uğruna LGBT bireyleri ve onları destekleyenleri bir araya getirebilir, hem de kimliklerini açıklamak istemeyen veya uzak şehirlerde yaşayan kişilerin de katkıda bulunmasına yardımcı olabilirim diye düşündüm. Bunu kısıtlı LGBT çevremdeki bir iki kişiye açtım ama fazla destek bulamadım. Ben kendim oturdum bir site yaptım fakat tabii duyurmasını nasıl yapacağımı bilemediğimden, desteğim olmadığından, bir de bu fikir mantıklı bir fikir midir, tutar mı, gerçekten hayal ettiğim gibi olur mu bilemediğimden o şekilde kaldı gitti.
Aslında belli bir amaç dahilinde LGBT bireyler için online topluluklar oluşturmak, ortak bir iş yapabilmelerini, bu arada da tanışabilmelerini, birbirlerinin deneyimlerinden faydalanabilmelerini sağlamak cidden önemli ve fark yaratacak bir adım olurdu. Türkiye'de online ve LGBT denilince seks arama forumlarından başka birşey yok. Seks arama forumuna dönüşmeden bir online topluluk kurabilmek için de belli bir amaca yönelik birşey üretmek gerekiyor, onun için de bu proje fena fikir gelmemişti bana ama nasıl yapılacağını bilemedim.
Şu andaki en büyük aktivizmim bu blogu yazıyor olmak işte. Aslında bu blog bile güzel bir adım bence zira inanıyorum ki her LGBT kişinin birbirinin hayat tecrübesinden öğreneceği çok şey var ve keşke herkes bu eksenli yaşadıklarını bir şekilde paylaşsa da okusak, öğrensek, dersler çıkarsak, hatta tartışsak, sorular sorsak. Bu konuda son derece önemli bir potansiyel ve ciddi bir ihtiyaç olduğunu görüyorum ama bunu nasıl harekete geçireceğimi bilmiyorum. Tek başına olacak şeyler değil bunlar biliyorum, aslında yine bir dernek altında örgütlenmek, oradan insanlar tanımak lazım, ama KaosGL bana hiç uygun gelmedi (belki sadece önyargı).
Hornet gibi "arkadaşlık" sitelerinde yüzlerce insan görüyorum, bu kadar insanın anlatacağı bir sürü şey olmalı, hepsinin cinsellikleriyle ilgili bir takım sıkıntıları, yaşadıkları sorunlar vardır, bunları paylaşmayı eminim isterler, ama doğru kanal nedir nasıl olmalıdır, kimlik vermeden dahi insanları nasıl konuşturabiliriz, bilmiyorum. Fikri olan var mı?
Kendi eşcinselliğimi kabul edip, bu özelliğimden dolayı ciddi baskı, şiddet, kabul görmeme, aşağılanma ve bunlara bağlı olarak başta kendine güvensizlik gibi çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığımın da ayırdına varınca, bende "ben çektim belki kendi çektiklerim başka birilerinin de benzer sorunları yaşamalarını engeller, en azından yalnız olmadıklarını anlarlar, sorunların üstesinden gelinebileceğini görebilirler" düşüncesi oluşmuştu.
Türkiye'ye döndüğümde İstanbul'da Lambda'ya gitmeye başladım. Çok muhteşem bir aktivist olduğumdan değil ama neler yapıldığını görmek amacıyla etkinliklerine katılmaya başladım. Çok sıkıcı ve bunalımlı eşcinsel filmleri gösterimleri vardı, ama oturup izliyordum. Filmler sonrası film hakkında tartışmalar yapıllıyordu. Fena değildi. Bundan başka atölye çalışmaları oluyordu çeşitli konular üzerine, onlar da fena değildi aslında, pek çoğuna katıldım. Bir dönem danışma hattında çalıştım, ama oldukça zorladı beni gelen sorulara cevap vermek.
Daha sonraları Açılma Toplantıları başladı ve bunlar muhteşem oldu. Lambda'nın ufak mekanı tıklım tıklım doluyordu zira aynı zamanda Listag'dan anne-babalar da gelip o toplantılara katılıyorlardı. Orada insanların açılma hikayelerini dinlemek, herkesin farklı farklı hikayelerindeki benzer temaları yakalamak, duygudaşlık kurmak çok güzel oluyordu. Gayet sakallı olup trans kadın olduğunu söyleyen biri, türbanlı olup nasıl annesine lezbiyen olduğunu anlattığını anlatan süper zeki bir kız, karşıcinsel olup, evli olup aynı zamanda ara sıra kadın giysileri giyip dolaşmaktan hoşlanan yakışıklı bir adam, ciddi derecede feminen olup hem ailesinden hem okuldakilerden sürekli sözlü ve fiziksel şiddet gören ve bunları gözyaşları içerisinde anlatan bir gence kadar bir sürü ilginç hikaye dinledim. Orada oluşan o ortam, o dayanışma, senin halinden çok iyi anlıyorum duygusu tarif edilemezdi benim için. Lambda'ya dair en çok özlediğim şey o müthiş samimi ve duygusal geçen Açılma toplantıları.
Neyse, Lambda'ya neredeyse bir buçuk yıl gittim geldim, etkinliklerine katıldım, hatta yönetim kurulu toplantılarına bile katıldım pek çok kez. Yalnız nedenini bilmediğim bir şekilde orada oldukça çekingen kaldım. Bir de kimseyle samimi bir arkadaşlık boyutuna getiremedim ilişkilerimi, kimseyle elektriğim mi uymadı diyim, nasıl açıklanır bu bilmiyorum. Dolayısıyla herhalde orada sessiz, pek çekingen bir tip olarak algılandım, öyle de kaldım. Tam olarak neden öyle oldum bilmiyorum, elbette bunda Lambda dışında sıfır açık bir hayat yaşamamın bir etkisi var. Bunun yanında eşcinsellik kavramının getirisi olan, toplumun her kesiminden insanın başına gelen birşey olduğu için, orada da değişik değişik kesimlerden insanlar bir aradaydı. Bu aslında iyi birşey çeşitliliği görmek bakımından fakat benim iletişim kurmamı, oradakilere kolay güvenmemi etkileyen birşey oldu ister istemez. Ama tüm bu durumlar benim beceriksizliğim kabul ediyorum, Lambda bana her yönüyle inanılmaz güzel bir deneyim yaşattı.
O sıralardaki düşüncem de şu olmuştu, madem bu kadar LGBT birey var, madem ortada bu kadar ayan beyan bir şiddet ve hak istismarı var, neden bütün durumu müsait LGBT bireyler bu tip dernekler altında bir araya gelmiyor, hak mücadelesine destek için elinden geleni yapmıyor, ufak da olsa bir katkıda bulunmuyor?
Bunun cevabını çok net kestiremiyorum hala. Kürtçülük yapıldığı algısı pek çok insanı iten ilk neden, benim orada olduğum sırada bunu pek hissetmemiştim ama benden önceleri yoğun şekilde Kürt milliyetçiliği sempatizanlığı olduğunu duydum şuradan buradan. Ben bu tür bir, LGBT hakları dışında olan bir konunun yoğun konuşulduğuna rastlamadım ama orada bulunduğum dönemde.
Daha sonra İstanbul'dan ayrıldım, Ankara'ya geldim. Lambda'da çok güzel zamanlar geçirdiğimden buradaki Lambda muadili dernek olan KaosGL'ye gittim. Ne yazık ki Kaos'un Lambda benzeri değişik aktivitelerden oluşan etkinlikleri, açılma toplantıları, dinamik bir yapısı yok gözüktü gözüme. Son derece sönük, fazla politik, fazla formal gözüktü, bir daha da ilgilenmedim burayla. Lambda İstanbul'a dair en çok özlediğim şeylerden biri, her ne kadar fazla aralarına karışamadıysam da.
Daha sonra It Gets Better projesi ile karşılaştım ve beni bayağı etkiledi. ABD'de intihar eden LGBT ergenlere umut vermek üzere Dan Savage ve kocası tarafından başlatılan ve kısa sürede çığ gibi büyüyen bu projenin ilk videosunda anlatılanlar tam beni anlatıyor demiştim.
Bu projenin pek çok destek videosunu izledim, Apple, Google çalışanlarının olduğu videolar özellikle çok güzeldi. Ana mesaj "ortaokul, lise zamanları sizin için çok zor geçiyor olabilir, ileri derecede şiddet görüyor olabilirsiniz, ama biraz daha sabredin, lise bitince yeni bir hayat başlıyor ve her şey daha iyi olmaya başlıyor, intihar etmek çözüm değildir".
Kendisi de intihar etmeyi ciddi ciddi düşünmüş, o derece bir umutsuzluk ve yalnızlıkla o yaşlarda boğuşmuş birisi olarak beni etkilememesi imkansızdı bu videoların. Daha sonra bu projenin çıkardığı kitabı da okudum, o da çok güzeldi.
Daha sonra bu videolar ve kitabı Türkçe'ye kazandırmak için bir girişimde bulunabilirim, bir internet sitesi açıp ilgi gösterebilecek insanlara duyurabilir, online bir topluluk oluşturup hem bir amaç uğruna LGBT bireyleri ve onları destekleyenleri bir araya getirebilir, hem de kimliklerini açıklamak istemeyen veya uzak şehirlerde yaşayan kişilerin de katkıda bulunmasına yardımcı olabilirim diye düşündüm. Bunu kısıtlı LGBT çevremdeki bir iki kişiye açtım ama fazla destek bulamadım. Ben kendim oturdum bir site yaptım fakat tabii duyurmasını nasıl yapacağımı bilemediğimden, desteğim olmadığından, bir de bu fikir mantıklı bir fikir midir, tutar mı, gerçekten hayal ettiğim gibi olur mu bilemediğimden o şekilde kaldı gitti.
Aslında belli bir amaç dahilinde LGBT bireyler için online topluluklar oluşturmak, ortak bir iş yapabilmelerini, bu arada da tanışabilmelerini, birbirlerinin deneyimlerinden faydalanabilmelerini sağlamak cidden önemli ve fark yaratacak bir adım olurdu. Türkiye'de online ve LGBT denilince seks arama forumlarından başka birşey yok. Seks arama forumuna dönüşmeden bir online topluluk kurabilmek için de belli bir amaca yönelik birşey üretmek gerekiyor, onun için de bu proje fena fikir gelmemişti bana ama nasıl yapılacağını bilemedim.
Şu andaki en büyük aktivizmim bu blogu yazıyor olmak işte. Aslında bu blog bile güzel bir adım bence zira inanıyorum ki her LGBT kişinin birbirinin hayat tecrübesinden öğreneceği çok şey var ve keşke herkes bu eksenli yaşadıklarını bir şekilde paylaşsa da okusak, öğrensek, dersler çıkarsak, hatta tartışsak, sorular sorsak. Bu konuda son derece önemli bir potansiyel ve ciddi bir ihtiyaç olduğunu görüyorum ama bunu nasıl harekete geçireceğimi bilmiyorum. Tek başına olacak şeyler değil bunlar biliyorum, aslında yine bir dernek altında örgütlenmek, oradan insanlar tanımak lazım, ama KaosGL bana hiç uygun gelmedi (belki sadece önyargı).
Hornet gibi "arkadaşlık" sitelerinde yüzlerce insan görüyorum, bu kadar insanın anlatacağı bir sürü şey olmalı, hepsinin cinsellikleriyle ilgili bir takım sıkıntıları, yaşadıkları sorunlar vardır, bunları paylaşmayı eminim isterler, ama doğru kanal nedir nasıl olmalıdır, kimlik vermeden dahi insanları nasıl konuşturabiliriz, bilmiyorum. Fikri olan var mı?
14 Haziran 2015 Pazar
Kızlar
İlk kız arkadaşım dersanedendi. Dersanedeki ikinci yılımda kısa zamanda popüler olmuştum zira hem dersane birincisiydim hem de vücut geliştirmeye gidiyordum, tipim iyice şekle şemale girmişti. Bu iki durum bende özgüven patlaması yarattı, özgüven de kızlara en çekici gelen şey olduğundan kolayca bir kızın ilgisini çektim.
Daha sonraları başka kızlarla ilişkilerimde de yaşayacağım şekilde, bu ilk kız arkadaşımla da onun isteği ile başlayan bir ilişki yaşadık. Kız başka bir şehirden gelmişti, dersane için yurtta kalıyordu ve yalnız olmak istemiyordu. Bense bir duygusal yalnızlık içindeydim ve o kızın romantik anlamda ilgisi bana inanılmaz iyi gelmişti. Sadece bir kaç ay devam etse de, bana pek çok deneyim yaşatan, çok güzel andığım bir ilişki olmuştu. Ben o duygusal açlıkla "seni seviyorum, seni çok seviyorum" deyip duruyordum, o ise daha akılcıydı, "zaten üniversiteyi kazanınca bitecek birşey, fazla abartma" diyordu. Böyle demesine çok bozuluyordum, ilişkimize hiç inanmıyor diye düşünüyordum, daha sonra da bu nedenle (biraz da kızlar konusunda götümün kalkması nedeniyle) onu dersane bitmeden bıraktım. Çok salaktım evet, ama zaten onun da fazla beklentisi yoktu, çok da üzüldüğünü sanmıyorum sevgili E.
Neden bir kızla beraber oldum? Öncelikle hiç bir şekilde bir erkekle beraber olabileceğimi düşünemiyordum. Ne böyle bir örnek görmüştüm, ne böyle birşeyi hayal edebiliyordum, ne de böyle birşeyin olabilme ihtimalinin olduğunu biliyordum. Gerçekten de cinsel fantazi kurduğumda aklıma sadece erkeklerle seks geliyor, erkeklerle duygusal bir ilişki kurulabileceği hiç bir şekilde aklıma gelmiyordu. Duygusal ilişkilerin sadece kızlar ile kurulabileceğini zannediyordum. Bunda elbette izlediğim her filmde karşıcinsel ilişkinin olması nedendi, etrafımda sıfır açık eşcinsel birey vardı.
Tam bu noktada enteresan olan bir noktayı vurgulayacağım. Ben o yaşlarda hiç eşcinsel seks (porno) de görmüş, izlemiş değildim. Ama nasıl doğal bir yönelim varsa, daha ortaokul yıllarımdayken bile eşcinsel seks fantazileri kuruyordum. Bu fantazilerde fiziksel olarak beğendiğim birisinin çıplak tenine dokunmak, onu okşamak, belki yalamak, kavramak, memelerine dokunmak, memelerini emmek gibi düşünebilmek için çok da seks bilmenin gerekli olmadığı şeyler dışında, penisimi karşımdakinin poposuna sokmayı da hayal ettiğimi hatırlıyorum. Bu durum şimdi düşününce çok ilginç geliyor zira daha önceden bırak eşcinselini, karşıcinsel seks bile çok az görmüş birinin anal seks hayal edebilmesi, bazı şeylerin fena halde içgüdüsel olduğunu ortaya koymakta. Gerçi benim hayallerimde gitgel yapmak yoktu, sadece penetrasyon (sokmak) oluyordu.
Benim daha sonra başka kız arkadaşlarım da oldu, gayet güzel giden ilişkilerim de oldu fakat durumum şuydu ki, kız arkadaşımla sevişiyor ama tek başıma olduğumda erkekleri hayal ediyor ya da eşcinsel pornosu bakıyordum. Bunu o sıralarda sorun olarak görmüyordum ama dengesiz bir durum olduğu kesindi. Hayır kadın bedeninden tiksinmiyorum, karşımdaki istekliyse, ona dokunmamdan hoşlanıyorsa, tenine dokunmak heyecan da veriyor, birine sarılmak, sıcaklığını hissetmek de çok güzel duygular, kız arkadaşımla beraber olduğumda ereksiyon da oluyorum ama durum şu ki, o birşeyler eksik duygusu her zaman oralarda bir yerde kalıyordu. Çok uzun süreli bir ilişki de yürütemedim bir türlü zira çabuk sıkılıyordum. 27 yaşına kadar aslında durumum çok da parlak değildi, kafam çorba gibiydi, ilişkilerim bir noktadan sonra hep kötü gidiyordu, zaten kendi isteğimle değil, hep karşı taraf istedi diye ilişki başlıyordu, ben de boşta kalmaktansa bunla çıkayım diyip çıkıyordum. Kızlara hiç bir zaman olması gerektiği gibi ilgi duyamadığım için, bazen uzun zaman boyunca yalnız kaldığımda, kendimi duygusal olarak boşlukta ve yalnız hissettiğimde, arkadaşlık yaptığım kızlara asılmaya çalıştım, bu şekilde pek çok arkadaşlık bozdum, tam bir aptal gibi davrandığım çok oldu, saçma sapan hareketler yaptım, verilen işaretleri doğru dürüst anlayamadığım için yanlış çıkarımlar yaptım, yanlış umutlara kapıldım, bana ilgisi olan kızların ilgisini göremedim falan, bir dünya saçmalık yaşadım. Tüm bunlar bende zaten ciddi derecede olan kendine güvensizliği daha da körükledi, iyice sarpa sardım. En son ve en uzun ilişkimi sürdürdüğüm kız arkadaşımdan da, evlenelim isteklerini kafamı toparlayamadığım ve ilişkiden iyice sıkılmış olduğumdan ayrılınca, artık iyice kafayı yiyerek yurtdışına kaçtım.
Kızlar konusunda geriye dönüp baktığımda gördüğüm şu, zorunlu olsam, ailemden ciddi şekilde baskı görsem veya bırakamayacağım denli iyi bir kızla o sıralar beraber olmuş olsam belki evlenmiş olabilirdim ama o ilişkinin çok sağlıklı, dengeli gideceğinden çok şüpheliyim. Zaten iyi yalan söyleyebilen biri değilim, duygularım da rahat okunur, bunalımsam hemen belli ederim, surat asarım. Olmazdı o iş, sonrasında da başta evlendiğim kişi olmak üzere çok kişiyi üzerek, hayatlarını mahvederek çıkmaya çalışırdım. Bilmiyorum böyle durumlar oluyordur, evlenmeye zorlanılan çok fazla eşcinsel erkek vardır bu ülkede, kimi iyi kötü götürüyordur, kimileri de yapamayarak boşanıyorlardır. Bu tür şeyler toplumda hasıraltı edildiği için ne kadar yaygın olduklarını bilemiyoruz.
Evlenmeyi düşünen ve belki burayı okuyan eşcinsel erkeklere ne tavsiye verebilirim? Valla bu konularda çok net yargılar çıkmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum bir tek, o yüzden herkese uyacak tek bir çözüm yok, içinizde eşcinsel duygularınız varsa ve evlenmek durumundaysanız, o ilişki kesin yürümez, çok üzülürsünüz, üzersiniz demek çok kolay belki ama eminim bu durumda binlerce erkek var bu ülkede ve hepsi bir şekilde götürüyorlar, belki karıları da durumun farkında ve evlilik bu ülkede en önemli mesele olduğu için herkes katlanıyor. Tek diyebileceğim, zorunda değilseniz, bir şekilde kaçabiliyorsanız evlilikten, kendi kararınızı enine boyuna düşünüp kendiniz verin. Bu konuda çok ahkam kesmeyeceğim zira ben aşk doktoru değilim. Kendi eski kız arkadaşlarıma da diyebileceğim, hayır pişman değilim, o durumları maalesef yaşamak zorundaydım, sadece yolumu bulmaya çalışıyordum, sizi de kendi durumlarımı örtmek için hiç kullanmadım, kendimi bulduğum an kızlarla ilişkiyi kestim ve hiçbirinizi asla aldatmadım.
Daha sonraları başka kızlarla ilişkilerimde de yaşayacağım şekilde, bu ilk kız arkadaşımla da onun isteği ile başlayan bir ilişki yaşadık. Kız başka bir şehirden gelmişti, dersane için yurtta kalıyordu ve yalnız olmak istemiyordu. Bense bir duygusal yalnızlık içindeydim ve o kızın romantik anlamda ilgisi bana inanılmaz iyi gelmişti. Sadece bir kaç ay devam etse de, bana pek çok deneyim yaşatan, çok güzel andığım bir ilişki olmuştu. Ben o duygusal açlıkla "seni seviyorum, seni çok seviyorum" deyip duruyordum, o ise daha akılcıydı, "zaten üniversiteyi kazanınca bitecek birşey, fazla abartma" diyordu. Böyle demesine çok bozuluyordum, ilişkimize hiç inanmıyor diye düşünüyordum, daha sonra da bu nedenle (biraz da kızlar konusunda götümün kalkması nedeniyle) onu dersane bitmeden bıraktım. Çok salaktım evet, ama zaten onun da fazla beklentisi yoktu, çok da üzüldüğünü sanmıyorum sevgili E.
Neden bir kızla beraber oldum? Öncelikle hiç bir şekilde bir erkekle beraber olabileceğimi düşünemiyordum. Ne böyle bir örnek görmüştüm, ne böyle birşeyi hayal edebiliyordum, ne de böyle birşeyin olabilme ihtimalinin olduğunu biliyordum. Gerçekten de cinsel fantazi kurduğumda aklıma sadece erkeklerle seks geliyor, erkeklerle duygusal bir ilişki kurulabileceği hiç bir şekilde aklıma gelmiyordu. Duygusal ilişkilerin sadece kızlar ile kurulabileceğini zannediyordum. Bunda elbette izlediğim her filmde karşıcinsel ilişkinin olması nedendi, etrafımda sıfır açık eşcinsel birey vardı.
Tam bu noktada enteresan olan bir noktayı vurgulayacağım. Ben o yaşlarda hiç eşcinsel seks (porno) de görmüş, izlemiş değildim. Ama nasıl doğal bir yönelim varsa, daha ortaokul yıllarımdayken bile eşcinsel seks fantazileri kuruyordum. Bu fantazilerde fiziksel olarak beğendiğim birisinin çıplak tenine dokunmak, onu okşamak, belki yalamak, kavramak, memelerine dokunmak, memelerini emmek gibi düşünebilmek için çok da seks bilmenin gerekli olmadığı şeyler dışında, penisimi karşımdakinin poposuna sokmayı da hayal ettiğimi hatırlıyorum. Bu durum şimdi düşününce çok ilginç geliyor zira daha önceden bırak eşcinselini, karşıcinsel seks bile çok az görmüş birinin anal seks hayal edebilmesi, bazı şeylerin fena halde içgüdüsel olduğunu ortaya koymakta. Gerçi benim hayallerimde gitgel yapmak yoktu, sadece penetrasyon (sokmak) oluyordu.
Benim daha sonra başka kız arkadaşlarım da oldu, gayet güzel giden ilişkilerim de oldu fakat durumum şuydu ki, kız arkadaşımla sevişiyor ama tek başıma olduğumda erkekleri hayal ediyor ya da eşcinsel pornosu bakıyordum. Bunu o sıralarda sorun olarak görmüyordum ama dengesiz bir durum olduğu kesindi. Hayır kadın bedeninden tiksinmiyorum, karşımdaki istekliyse, ona dokunmamdan hoşlanıyorsa, tenine dokunmak heyecan da veriyor, birine sarılmak, sıcaklığını hissetmek de çok güzel duygular, kız arkadaşımla beraber olduğumda ereksiyon da oluyorum ama durum şu ki, o birşeyler eksik duygusu her zaman oralarda bir yerde kalıyordu. Çok uzun süreli bir ilişki de yürütemedim bir türlü zira çabuk sıkılıyordum. 27 yaşına kadar aslında durumum çok da parlak değildi, kafam çorba gibiydi, ilişkilerim bir noktadan sonra hep kötü gidiyordu, zaten kendi isteğimle değil, hep karşı taraf istedi diye ilişki başlıyordu, ben de boşta kalmaktansa bunla çıkayım diyip çıkıyordum. Kızlara hiç bir zaman olması gerektiği gibi ilgi duyamadığım için, bazen uzun zaman boyunca yalnız kaldığımda, kendimi duygusal olarak boşlukta ve yalnız hissettiğimde, arkadaşlık yaptığım kızlara asılmaya çalıştım, bu şekilde pek çok arkadaşlık bozdum, tam bir aptal gibi davrandığım çok oldu, saçma sapan hareketler yaptım, verilen işaretleri doğru dürüst anlayamadığım için yanlış çıkarımlar yaptım, yanlış umutlara kapıldım, bana ilgisi olan kızların ilgisini göremedim falan, bir dünya saçmalık yaşadım. Tüm bunlar bende zaten ciddi derecede olan kendine güvensizliği daha da körükledi, iyice sarpa sardım. En son ve en uzun ilişkimi sürdürdüğüm kız arkadaşımdan da, evlenelim isteklerini kafamı toparlayamadığım ve ilişkiden iyice sıkılmış olduğumdan ayrılınca, artık iyice kafayı yiyerek yurtdışına kaçtım.
Kızlar konusunda geriye dönüp baktığımda gördüğüm şu, zorunlu olsam, ailemden ciddi şekilde baskı görsem veya bırakamayacağım denli iyi bir kızla o sıralar beraber olmuş olsam belki evlenmiş olabilirdim ama o ilişkinin çok sağlıklı, dengeli gideceğinden çok şüpheliyim. Zaten iyi yalan söyleyebilen biri değilim, duygularım da rahat okunur, bunalımsam hemen belli ederim, surat asarım. Olmazdı o iş, sonrasında da başta evlendiğim kişi olmak üzere çok kişiyi üzerek, hayatlarını mahvederek çıkmaya çalışırdım. Bilmiyorum böyle durumlar oluyordur, evlenmeye zorlanılan çok fazla eşcinsel erkek vardır bu ülkede, kimi iyi kötü götürüyordur, kimileri de yapamayarak boşanıyorlardır. Bu tür şeyler toplumda hasıraltı edildiği için ne kadar yaygın olduklarını bilemiyoruz.
Evlenmeyi düşünen ve belki burayı okuyan eşcinsel erkeklere ne tavsiye verebilirim? Valla bu konularda çok net yargılar çıkmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum bir tek, o yüzden herkese uyacak tek bir çözüm yok, içinizde eşcinsel duygularınız varsa ve evlenmek durumundaysanız, o ilişki kesin yürümez, çok üzülürsünüz, üzersiniz demek çok kolay belki ama eminim bu durumda binlerce erkek var bu ülkede ve hepsi bir şekilde götürüyorlar, belki karıları da durumun farkında ve evlilik bu ülkede en önemli mesele olduğu için herkes katlanıyor. Tek diyebileceğim, zorunda değilseniz, bir şekilde kaçabiliyorsanız evlilikten, kendi kararınızı enine boyuna düşünüp kendiniz verin. Bu konuda çok ahkam kesmeyeceğim zira ben aşk doktoru değilim. Kendi eski kız arkadaşlarıma da diyebileceğim, hayır pişman değilim, o durumları maalesef yaşamak zorundaydım, sadece yolumu bulmaya çalışıyordum, sizi de kendi durumlarımı örtmek için hiç kullanmadım, kendimi bulduğum an kızlarla ilişkiyi kestim ve hiçbirinizi asla aldatmadım.
Lise yılları
Sanırım ben açılma kısmına biraz zor geleceğim zira bayağı bir dökülesim varmış. O günler geçeli beri düşünmediğim, hatırlamak istemediğim şeyleri yazmaya başladım, iyi mi kötü mü bilmiyorum ama biraz yüzleşme gibi oluyor, iyi olduğunu umuyorum.
Orta 3 yazını yazlıkta, yazlıktan hiç çıkmadan, evin içinde odamda maket yaparak geçirmiştim ananemle. Başka yaşıtlarımdan kaçarak, ananemin diğer teyze arkadaşlarıyla çay içerek falan. Ailemden kimse de bu durumu garip bulmamıştı, kimseye merak etmemişti. Kendinden nefretin, utanmanın dibine vurmuştum, kimse anlamamıştı. Aile dediğiniz şey aynı evde yaşayıp birbirinden habersiz olan insanlar topluluğu gibi geliyor bazen. Belki de bu yaşta birinin depresyonda olabileceğine ihtimal vermiyorlardı.
Liseye başladığımda aynı okuldaydım ama sınıflar gene karılmıştı ve en iyi arkadaşlarımın olduğu, sınıfın genelinin mülayim tipler olduğu, hiç iğrenç tipin olmadığı rüya gibi bir sınıfa düşmüştüm. Ne kadar rahatladığımı bir ben bilirim bir de Allah herhalde. O sene, daha sonra bütün liseyi yanyana oturarak tamamlayacağım, yine sarışın, uzun boylu, yakışıklı, okulun basketbol takımından bir çocukla aynı sıraya düştük. Onla iyi de bir arkadaşlığımız gelişti, beraber eğlendik falan ama okul dışında pek takılmadık. Doğrusu az biraz da kendini beğenen bir tipti, çok müthiş bir frekans tutması olmadı. Kimseye aşık falan olmadığım gibi ona da olmadım ama dedikodulardan eşcinsel olduğum söylentileri kulağına gitmişti ve kendinden biraz hoşlandığımı zannetti hep. Doğrusu çekici biriydi ama benim herhangi biriyle birşey yaşayacağım yoktu, o sıralar sadece tacizlerin bitmiş olmasına sevinmekle meşguldüm.
Enteresan şekilde, etrafımda her zaman fiziksel olarak hoşlandığım erkekler olmuş olsa da kimseye duygusal birşey hissetmedim, aşık falan olmadım, hala da o kendinden geçmeli, sensiz yapamamlı bir aşk yaşamış değilim, eksikliğini de hissetmiyorum, yapım müsait değil sanırım. Bu sevgililik konularına biraz akılcı yaklaşan biriyim sanırım.
Bir başka enteresan tespit ise hayatımın hiç bir döneminde bir kızlar grubu içinde olmadım, hatta üniversiteye kadar bütün arkadaşlarım erkekti, hiçbirisiyle de hoşlandığım için arkadaşlık yapmadım, arkadaşlıklarını sevdiğim için arkadaşlık yaptım. Hiç bir zaman en iyi arkadaşım bir kız olmadı. Bunlar eşcinsel stereotipidir ya, ondan belirtme ihtiyacı hissettim.
Neyse Lise 1'de, bir önceki sene ne kadar kötüyse o sene de o kadar güzel geçti, benim notlarım fırladı gitti, başarılı bir öğrenci oldum. Sonraki sene sınıflar biraz daha karıldı, iyi arkadaşlarım gittiler, sıra arkadaşımla başka bir sınıfta buldum kendimi, bu sınıfta bir takım sataşan tipler olduysa da çok ciddi birşey olmadı. Sanırım biraz o kontrol edemediğim feminen tarafım silinmeye başlamıştı. Lise son sınıfa geldiğimde ise hiç beklemediğim birşey oldu, okul tarafı yine rahatlamıştı ama bulunduğum şehirde gidebilecek bir trilyon dersane varken, kaydımın yapıldığı küçücük dersanenin ilk günü ortaokuldaki orospu çocuğu ile aynı yere düştüğümü öğrenmem oldu. Dehşete kapılmıştım ve kısa süre içerisinde korktuğum başıma geldi ve beni, bir sene boyunca dipdibe yaşayacağım insanların ortasında küçük düşürdü ve ben karşılık veremedim. O sene son derece silik, korkarak geçti, sonrasında da üniversiteyi kazanamadım.
Hayatımda bana yamuk yapan pek çok kişi oldu ve hepsini iyi kötü affettim ama bir tek bu kişiyi hiç bir şekilde affedemem sanırım. Elbetteki onun saldırılarına yanıt vermesi gereken kişi bendim, belki de bir kavga ile çok kolay altedebilirdim ama derinden inanılmaz bir utanç ve suçluluk yaşamaktaydım, hiç bir şekilde karşılık veremedim ve onun bu durumdan yararlanmasına da izin vermiş oldum. Bu satırları yazmak gerçekten de zihnimin derinliklerine gömdüğüm yaraları tekrar kazımak anlamına geliyor ama bu yaşadıklarım belki birilerinin işine yarar, birileri ders çıkarır, birileri yakınlık hisseder, yalnız olmadığını bilir, belki birileri çıkar ve okullardaki akran zorbalığı (bullying) denen belayı önlemek için bizim ülkemizde de önlem almayı düşünür. Yaşadığım bu acılar boşa gitmemesini dilerim, belki ileride LGBT çocukların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak başka şeyler de yapabilirim, ama şimdilik kendi yaşadıklarımı yazmam da iyi bir fikir geliyor bana.
O sene bitti, ertesi sene tekrar dersaneye gittim ve vücut geliştirmeye başladım. Okul bitmişti, dersanede orospu çocukluğu yapacak kimse yoktu, çılgınlar gibi derslerime çalışmaya ve de spora abandım. O yıl da hayatımın en güzel yılı oldu, dersane birincisi oldum, çok iyi bir üniversiteye girdim, vücudum gayet fit ve taş gibi oldu.
Bir de o yıl ilk kız arkadaşım ve cinsel ilişkim oldu...
Orta 3 yazını yazlıkta, yazlıktan hiç çıkmadan, evin içinde odamda maket yaparak geçirmiştim ananemle. Başka yaşıtlarımdan kaçarak, ananemin diğer teyze arkadaşlarıyla çay içerek falan. Ailemden kimse de bu durumu garip bulmamıştı, kimseye merak etmemişti. Kendinden nefretin, utanmanın dibine vurmuştum, kimse anlamamıştı. Aile dediğiniz şey aynı evde yaşayıp birbirinden habersiz olan insanlar topluluğu gibi geliyor bazen. Belki de bu yaşta birinin depresyonda olabileceğine ihtimal vermiyorlardı.
Liseye başladığımda aynı okuldaydım ama sınıflar gene karılmıştı ve en iyi arkadaşlarımın olduğu, sınıfın genelinin mülayim tipler olduğu, hiç iğrenç tipin olmadığı rüya gibi bir sınıfa düşmüştüm. Ne kadar rahatladığımı bir ben bilirim bir de Allah herhalde. O sene, daha sonra bütün liseyi yanyana oturarak tamamlayacağım, yine sarışın, uzun boylu, yakışıklı, okulun basketbol takımından bir çocukla aynı sıraya düştük. Onla iyi de bir arkadaşlığımız gelişti, beraber eğlendik falan ama okul dışında pek takılmadık. Doğrusu az biraz da kendini beğenen bir tipti, çok müthiş bir frekans tutması olmadı. Kimseye aşık falan olmadığım gibi ona da olmadım ama dedikodulardan eşcinsel olduğum söylentileri kulağına gitmişti ve kendinden biraz hoşlandığımı zannetti hep. Doğrusu çekici biriydi ama benim herhangi biriyle birşey yaşayacağım yoktu, o sıralar sadece tacizlerin bitmiş olmasına sevinmekle meşguldüm.
Enteresan şekilde, etrafımda her zaman fiziksel olarak hoşlandığım erkekler olmuş olsa da kimseye duygusal birşey hissetmedim, aşık falan olmadım, hala da o kendinden geçmeli, sensiz yapamamlı bir aşk yaşamış değilim, eksikliğini de hissetmiyorum, yapım müsait değil sanırım. Bu sevgililik konularına biraz akılcı yaklaşan biriyim sanırım.
Bir başka enteresan tespit ise hayatımın hiç bir döneminde bir kızlar grubu içinde olmadım, hatta üniversiteye kadar bütün arkadaşlarım erkekti, hiçbirisiyle de hoşlandığım için arkadaşlık yapmadım, arkadaşlıklarını sevdiğim için arkadaşlık yaptım. Hiç bir zaman en iyi arkadaşım bir kız olmadı. Bunlar eşcinsel stereotipidir ya, ondan belirtme ihtiyacı hissettim.
Neyse Lise 1'de, bir önceki sene ne kadar kötüyse o sene de o kadar güzel geçti, benim notlarım fırladı gitti, başarılı bir öğrenci oldum. Sonraki sene sınıflar biraz daha karıldı, iyi arkadaşlarım gittiler, sıra arkadaşımla başka bir sınıfta buldum kendimi, bu sınıfta bir takım sataşan tipler olduysa da çok ciddi birşey olmadı. Sanırım biraz o kontrol edemediğim feminen tarafım silinmeye başlamıştı. Lise son sınıfa geldiğimde ise hiç beklemediğim birşey oldu, okul tarafı yine rahatlamıştı ama bulunduğum şehirde gidebilecek bir trilyon dersane varken, kaydımın yapıldığı küçücük dersanenin ilk günü ortaokuldaki orospu çocuğu ile aynı yere düştüğümü öğrenmem oldu. Dehşete kapılmıştım ve kısa süre içerisinde korktuğum başıma geldi ve beni, bir sene boyunca dipdibe yaşayacağım insanların ortasında küçük düşürdü ve ben karşılık veremedim. O sene son derece silik, korkarak geçti, sonrasında da üniversiteyi kazanamadım.
Hayatımda bana yamuk yapan pek çok kişi oldu ve hepsini iyi kötü affettim ama bir tek bu kişiyi hiç bir şekilde affedemem sanırım. Elbetteki onun saldırılarına yanıt vermesi gereken kişi bendim, belki de bir kavga ile çok kolay altedebilirdim ama derinden inanılmaz bir utanç ve suçluluk yaşamaktaydım, hiç bir şekilde karşılık veremedim ve onun bu durumdan yararlanmasına da izin vermiş oldum. Bu satırları yazmak gerçekten de zihnimin derinliklerine gömdüğüm yaraları tekrar kazımak anlamına geliyor ama bu yaşadıklarım belki birilerinin işine yarar, birileri ders çıkarır, birileri yakınlık hisseder, yalnız olmadığını bilir, belki birileri çıkar ve okullardaki akran zorbalığı (bullying) denen belayı önlemek için bizim ülkemizde de önlem almayı düşünür. Yaşadığım bu acılar boşa gitmemesini dilerim, belki ileride LGBT çocukların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak başka şeyler de yapabilirim, ama şimdilik kendi yaşadıklarımı yazmam da iyi bir fikir geliyor bana.
O sene bitti, ertesi sene tekrar dersaneye gittim ve vücut geliştirmeye başladım. Okul bitmişti, dersanede orospu çocukluğu yapacak kimse yoktu, çılgınlar gibi derslerime çalışmaya ve de spora abandım. O yıl da hayatımın en güzel yılı oldu, dersane birincisi oldum, çok iyi bir üniversiteye girdim, vücudum gayet fit ve taş gibi oldu.
Bir de o yıl ilk kız arkadaşım ve cinsel ilişkim oldu...
İlkokul ve Ortaokul Yılları
Fazla uzun bir girizgahtan sonra, konunun sadedine, yani benim açılma hikayeme geleyim.
Ben o kadar zor açıldım ki, yani herhalde ancak o kadar zor açılınır. Yok, abartıyorum belki, eminim ne hikayeler vardır daha ama benimki de benim için gayet acı dolu, çok sıkıntılı bir süreç ile gelişti. Bizi öldürmeyen şey bizi güçlendirir diyelim bari avunmak için.
En önemli şeyi en başta söyleyeyim. Ben 27 yaşında açıldım. O zamana kadar eşcinsel ilişkim hiç olmadı, en ufak yakınlaşma, en ufak bir macera, en ufak bir kaçamak vs. Görüp okuduklarımdan çıkardığım sonuç ise, bunun çok geç veya çok erken olmadığı, sadece o şekilde olmuş olduğu. Çok garip değilim bu açıdan, zaten bahsettiğim gibi, 7 milyar insan varsa 7 milyar da cinsellik var.
Şimdi baştan alayım. Bu blogun ilk yazılarında da bahsettiğim üzere, benim cinsel dürtülerim de, her sağlıklı insan gibi, çok küçük yaştan beri vardı. O dönemlerde sadece onların cinsellik olduğunun farkında değildim. İlkokula başladığımda gayet cüsseli, haşin, beni rahatsız edenleri döven, sınıfın etkili kişilerinden biriydim. Daha sonra enteresan şekilde bu durum değişmeye başladı. Bana sınıftaki gıcık
tiplerden birinin "kız bu yaa" türünden bir lafı dediği ilk dönem İlkokul 3'tü. Bu çocuğun beni bu tip laflarıyla cidden rahatsız etmesi ise İlkokul 4 ve 5. Tam olarak neyi görüyordu bilmiyorum ama herhalde bir takım feminen davranışlarım oluyordu ve bunu ben farkedemesem de o ve onun gibi tipler farkedebiliyordu. Sonradan okuduklarıma göre fena halde tipik bir gelişim bu. Siz kendinizdeki farklılığı farkedemeden, başkaları sizin farklı olduğunuzu farkedip aşağılamaya başlıyor. Zaten çocukluk dönemi, çocukların birbirlerini farklılıklarından ötürü aşağılamaya bayıldıkları bir dönem ve bir eşcinselin en savunmasız, en durumu kavrayamayıp kendini durumlara göre korumayı bilemediği dönem bu rezalet ergenlik dönemleri, 10 ile 15 yaş gibi dönemler.
Ben bu elemanın "kız, kız" laflarından rahatsız olsam da, sonradan "kız bu ya" lafları başkalarına da yayılmış olsa da, yine de ilkokul dönemi çok da fazla sıkıntılı geçmedi. Ayrıca ilkokul dönemimde bende cinsellik işi uyanmadığı için, bu lafları fazla içselleştirmiyordum. Yalnız artık hakkaten ne değişiyorsa, benim bu haşin hallerim yerini daha uysal, kavga etmekten kaçınan, kendi halinde sevdiği arkadaşları ile takılan hallere bıraktı. İlkokul 5'in son günlerinde, bir sabah okul töreninde,
sınıftan sevdiğim iki kızın bana 5 tane soru sorup, ki sorulardan tek hatırladığım "bacak bacak üstüne nasıl atarsın, üst bacaklar birbirine değecek şekilde mi, arada boşluk bırakarak mı?" şeklinde bir soruydu ve ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum ama bu test benim ne kadar kız olduğumun testiydi ve aşağı yukarı 3 parça erkek, 2 parça kız gibi birşey çıkmıştım. Bu teste cevap verirken aslında bu testin altından ne çıkacağını az çok sezmiştim sanırım ama yine de yanıtlamaya devam etmiştim zira o kızları (adları R. ve T.) çok severdim, beş senedir süren güzel bir arkadaşlığım vardı ve bana böyle birşey yapmayacaklarını düşünmüştüm sanırım. Tam olarak neler düşündüğümü falan pek hatırlamıyorum, üzerinden 20 sene geçmiş şeyler, ama o testin sonucunu söyleyip bana güldüklerinde gururumun ciddi derecede incindiğini hatırlıyorum. Sanırım ilkokul dönemimde bu konuyla ilgili bana en çok dokunan anı bu. Eminim eşcinsel bireylerin çoğunun böyle anıları var ve çoğu da tekrar o günleri deşeleyip bu tip şeyleri yeniden hatırlamak istemez ama benim bu blogda bunları yazasım, bütün anılarımı deşesim var. Belki birilerine birşeyler ifade eder bu durumlar.
Neyse, sonra fazla bir yara almadan ilkokul bitti ama ne olduysa, ortaokul için başka bir okula geçmem ile başladı. Sınıfa başlar başlamaz, başını bir kişinin çektiği, birkaç kişiden oluşan zorba bir gruptan "top" laflarını yemeye başladım ve bu durum benim fena halde ağırıma gitti. Zaten yeni okulda, ilkokuldan gelen arkadaşlıkların networküne dahil olmaya çabalıyordum, ilkokuldaki beni seven, kollayan arkadaşlarım gitmişti ve bana top denilmesinden ileri derecede alınmaya ve incinmeye başlamıştım. Bir de ortaokul ile birlikte benim de cinsellik ile ilgili hislerim uyanmaya başlamış, top kelimesinin tam anlamını (erkeklerden hoşlanan erkek) anlayabilir duruma gelmiştim, bunun ne getireceğini çok bilmesem de toplum tarafından feci yanlış birşey olduğunu öğrenmiş, bundan fena halde korkar duruma gelmiş, ne pahasına olursa olsun bunun anlaşılmaması için uğraşmam gerektiğini farketmiş, bunun ulu orta söylenmesinden dolayı da bu nedenle acaip derecede utanır olmuştum.
Ben ilk defa ortaokulda gerçekten erkeklerden hoşlandığımı farketmiştim. Elbette daha önceden de, önceki yazılardan da okunabileceği üzere, erkeklerden hoşlanıyordum ama ortaokulda ilk defa bunun cinsellik denen şey olduğunu idrak edebilmiştim. Ki bu da çok normal bir seyir, genelde erkek çocukların cinsellikleri farkedişleri 12 yaş civarı oluyor, kimilerinde biraz erken kimilerinde biraz geç. Zaten ilkokulun 5 sene olarak kurgulanmasının altında yatan mantık da bu, çocukların cinsellikleri uyanana kadar beraber okusunlar vs. Neyse, gayet net hatırladığım bir başka şey de ilk boşalarak biten mastürbasyonumun Ortaokul 1'de olması. Daha önceden de penisimle oynadığımı ve bundan değişik bir zevk aldığımı hatırlıyorum ama boşalmak farklı bir şeydi benim için. Show TV'de Vahşi Orkide adlı sevişmeli gerilim filmini, prime time gibi bir zamanda odamda izliyordum ve Mickey Rourke ile Carre Otis'in seviştiği bir sahnede boşalmıştım. Tam olarak hangi oyuncu beni daha çok tahrik etmişti hatırlamıyorum ama o denemler Mickey Rourke gayet taş bir abimizdi. Penisimden gelen beyaz renkli sıvıyı görmüş, daha önceden bu konu hakkında kimseyle konuşmamış, hiç bir şekilde haberim olmamış olduğu halde bu durumu çok normal karşılamıştım. Niye bilmiyorum, içgüdüsel olabilir.
Konuyu süper dağıtıyorum ama olayları sıralı anlatayım dedim. Olayın özü, o dönem cinsellik kavramı ile tanışmış, sınıfta bu iğrenç çocukların grubundan hemen hemen her gün sözlü aşağılama görmeye başlamış, kendi durumumdan inanılmaz derecede korkmuş, nasıl başa çıkılacağı konusunda hiç bir fikrim olmadığı için de, o dönem bana en mantıklı gelen yol olarak davranışlarıma aşırı derecede dikkat etmeye, fazla kıpırdamamaya, fazla konuşmamaya, fazla gülmemeye, iyice içime kapanmaya başlamıştım. Yine de birkaç iyi arkadaşım olmuştu (M. ve T.) ve onlarla birşeyler yapıyor, bir grup içine dahil olma ihtiyacımı karşılıyordum. Bu durumdan dehşet şekilde korktuğum için de aileme veya bir başka kişiye asla anlatamazdım, anlatmadım da.
Bu yazı fena halde uzayacak ama kendi blogum, anlatayım. Ortaokul 2. sınıfta eşcinselliğimle ilgili 27 yaşıma kadarki iki deneyimimden birini yaşadım, ona da ne kadar deneyim denebilirse. O sene sınıfımıza gelen, hafif sarışınca, esmer tenli, zayıf bir çocuk olan F. ile aynı mahallede oturuyorduk, birkaç kez evine başkalarıyla beraber gitmişliğim, oyun oynamışlığımız, ders falan çalışmışlığımız vardı. Bir gün evine tek başıma, sadece muhtemelen bir ödevi, birşeyi almak üzere kısa süreliğine gitmiştim. Evin içerisine girdiğimi, tek başımıza olduğumuzu, bana ödevi mi, artık neyi verecekse verdiğini hatırlıyorum. Sonra da ben gideyim demiştim, ayrılırken tam olarak nasıl oldu hiç ama hiç hatırlamıyorum, ama bir şekilde T-shirt'ünü kaldırmaya çalıştım, zira fena halde bir erkek memesi fetişim vardı (hala da tüm şiddetiyle devam ediyor gerçi). Bütün o bastırılmışlığı, korkuları falan nasıl alt edebildim de o hareketi yapmaya cesaret edebildim bilmiyorum. İki açıklaması var bunun, birincisi bu hareketimi kolayca "şaka yaptım"a vurma olasılığım vardı, ikincisi de cinsel dürtüler o kadar yoğun, o kadar bastırılması aşırı güç şeyler ki, bir yerden her şekilde patlıyorlar.
Neyse bu hareketim çocukçaydı ama farkedildi elbette. Hem açığa çıkacak olmaktan hem de cinsel bir arzudan heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çocuğun memesini gördüm mü hatırlamıyorum ama o hareketten sonra çocuk bana başımı kaldırmamı söylemişti, ben de kaldırmıştım, sonra boynumda birşey yaptığını hatırlıyorum. O sırada ne yaptığını anlamamıştım. Bir süre sonra çekildi, ben de başımı tekrar öne indirince, boynumda bir ıslaklık olduğunu farketmiştim. Ağzımdan çıkan söz "aa, sen yalamışın" oldu. O da gülümseyerek "evet" demişti. Ben yalanmış olmaktan çok zevk almadım sanırım, biraz da olayın absürdlüğü ile "neyse ben gideyim" deyip gitmiştim. Eve döndüğümde "ne yaptım ki ben şimdi" diye düşünmüştüm. Ertesi gün okula gittiğimde ise F. benle konuşmuyordu, öğleyin koridorda karşılaştığımızda ise ben ona selam vermiştim, o da bana daha önceden hiç demediği birşey olarak "top" deyip gitmişti. Durumun nedenini anlamıştım ve üzülmüştüm. Çok yakın arkadaşım olmasa da sevdiğim biriydi. Yaptığımdan utanmıştım gene. Gerçi benimkinden daha abartı bir hareket yapan oydu ama muhtemelen o akşam o da "acaba ben ne yaptım, ben de mi top oldum" diye düşünüp korkmuş olmalıydı.
27 yaşından sonra öğrendiğim gerçekler olarak, ben bu tip gerizekalı, safça deneyimler yaşarken, eşcinsel güruhun bir kısmının da aynen karşıcinsel güruhun bir kısmı gibi bayağı emmeli gömmeli, hiç böyle yok memesini gördün, yok boynunu yaladın gibi tırıvırı şeylerle yetinmediğiydi. Yine de çok üzüldüğümden değil, bu işlerin çok erken yaşta başlaması da hayırlı sonuçlar veren şeylerden değil belki de. Eşcinsellik gibi zaten sıkıntılı süreçleri olan bir durumun, hayatı fazla tanımadığın ve kendini çok savunamayacağın yaşlarda senin hayatında fazlaca yer kaplaması belki de oldukça tehlikeli olma potansiyeli olan bir şey.
Tamam, ortaokul bitsin yeni yazıya geçeceğim.
Ortaokul 3'te (orta son derdik) tüm sınıflar yeniden karılmıştı ve ben harika bir şans ile, bu bana sözlü olarak sataşmayı seven tiplerin başında orospu çocuğu ile aynı sınıfa düşmüştüm yine (bilmiyordum ki bu durum tekrarlanacaktı ileriki yıllarda). Yeni sınıfta yeni bir başlangıç yapma umudum da bu sebeple suya düşmüştü. Bu katıksız orospu çocuğu, sınıftaki diğer gereksiz tipler ile birleşerek bu senede bana saldırma işini iyice azıtmıştı. Bu arada ben neden olduğunu bilmediğim şekilde ilkokuldan beri bu saldırılara bir karşılık vermiyordum. Kendimi inanılmaz derecede ezik, güçsüz, korkak ve çaresiz hissediyordum. Neden bana saldıran tiplerle kavga etmekten bu kadar kaçındığımı hiç bir şekilde bilmiyorum. Belki içselleştirilmiş homofobi denen kavramla açıklanabilir ama cidden kendimi hiç kavga edebilecek şekilde göremiyordum, hiç bir şekilde de bu saldırılara etkili şekilde karşı çıkamadım, çıkmadım. Benim karşı çıkmamamı, tersine ciddi şekilde üzüldüğümü gören bu orospu çocukları da bana saldırdıkça saldırdılar doğal olarak. O sene işler iyice zıvanadan çıkmış durumdaydı, her gün ciddi şekilde aşağılanıyordum, bazen fiziksel şiddet de yaşadım ve ciddi derecede bir depresyona girdim. Her akşam kendimi nasıl öldürsem diye düşünür oldum, yollara baktığımda kendimi arabaların önüne attığımı hayal ediyordum falan. Orta 3 hayatımın en berbat yılı olarak geçti, okulda kendimi iyice izole hissediyordum, utancımdan çok az kimseyle konuşuyordum, kendimden nefret ediyordum ve ölmek istiyordum. 1995 yılıydı, o dönemin bütün depresif şarkılarını artık ne zaman bir yerlerde duysam aşırı derecede rahatsız oluyorum ve dinleyemiyor, katlanamıyor ve ya müziği kapattırıyor ya da ortamı terk ediyorum. Bunlardan biri Everything but the Girl'den "Missing", diğeri de Therapy?'den "Diane". Artık nasıl bir hasar bırakmışsa o yıl bünyede. Şimdi bu yazıyı yazarken her iki şarkıyı da açıp baştan sona dinledim 20 yıl sonra. Bundan sonra acıtmayacak bu şarkılar artık. I am cleaning my closet (Atilla Taş mode on).
Not: F. ile bir daha hiç görüşmedik, arkadaşlığımız orada bitti. Yıllar sonra facebook'tan onu aratmak aklıma geldiğinde bir kızla sarmaş dolaş profil resminin olduğunu görmüştüm. Şimdi tekrar baktım, tek başına duruyor ve evli gözükmüyor. Bilmiyorum eşcinsel miydi, biraz eğilimli miydi neydi.
Ben o kadar zor açıldım ki, yani herhalde ancak o kadar zor açılınır. Yok, abartıyorum belki, eminim ne hikayeler vardır daha ama benimki de benim için gayet acı dolu, çok sıkıntılı bir süreç ile gelişti. Bizi öldürmeyen şey bizi güçlendirir diyelim bari avunmak için.
En önemli şeyi en başta söyleyeyim. Ben 27 yaşında açıldım. O zamana kadar eşcinsel ilişkim hiç olmadı, en ufak yakınlaşma, en ufak bir macera, en ufak bir kaçamak vs. Görüp okuduklarımdan çıkardığım sonuç ise, bunun çok geç veya çok erken olmadığı, sadece o şekilde olmuş olduğu. Çok garip değilim bu açıdan, zaten bahsettiğim gibi, 7 milyar insan varsa 7 milyar da cinsellik var.
Şimdi baştan alayım. Bu blogun ilk yazılarında da bahsettiğim üzere, benim cinsel dürtülerim de, her sağlıklı insan gibi, çok küçük yaştan beri vardı. O dönemlerde sadece onların cinsellik olduğunun farkında değildim. İlkokula başladığımda gayet cüsseli, haşin, beni rahatsız edenleri döven, sınıfın etkili kişilerinden biriydim. Daha sonra enteresan şekilde bu durum değişmeye başladı. Bana sınıftaki gıcık
tiplerden birinin "kız bu yaa" türünden bir lafı dediği ilk dönem İlkokul 3'tü. Bu çocuğun beni bu tip laflarıyla cidden rahatsız etmesi ise İlkokul 4 ve 5. Tam olarak neyi görüyordu bilmiyorum ama herhalde bir takım feminen davranışlarım oluyordu ve bunu ben farkedemesem de o ve onun gibi tipler farkedebiliyordu. Sonradan okuduklarıma göre fena halde tipik bir gelişim bu. Siz kendinizdeki farklılığı farkedemeden, başkaları sizin farklı olduğunuzu farkedip aşağılamaya başlıyor. Zaten çocukluk dönemi, çocukların birbirlerini farklılıklarından ötürü aşağılamaya bayıldıkları bir dönem ve bir eşcinselin en savunmasız, en durumu kavrayamayıp kendini durumlara göre korumayı bilemediği dönem bu rezalet ergenlik dönemleri, 10 ile 15 yaş gibi dönemler.
Ben bu elemanın "kız, kız" laflarından rahatsız olsam da, sonradan "kız bu ya" lafları başkalarına da yayılmış olsa da, yine de ilkokul dönemi çok da fazla sıkıntılı geçmedi. Ayrıca ilkokul dönemimde bende cinsellik işi uyanmadığı için, bu lafları fazla içselleştirmiyordum. Yalnız artık hakkaten ne değişiyorsa, benim bu haşin hallerim yerini daha uysal, kavga etmekten kaçınan, kendi halinde sevdiği arkadaşları ile takılan hallere bıraktı. İlkokul 5'in son günlerinde, bir sabah okul töreninde,
sınıftan sevdiğim iki kızın bana 5 tane soru sorup, ki sorulardan tek hatırladığım "bacak bacak üstüne nasıl atarsın, üst bacaklar birbirine değecek şekilde mi, arada boşluk bırakarak mı?" şeklinde bir soruydu ve ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum ama bu test benim ne kadar kız olduğumun testiydi ve aşağı yukarı 3 parça erkek, 2 parça kız gibi birşey çıkmıştım. Bu teste cevap verirken aslında bu testin altından ne çıkacağını az çok sezmiştim sanırım ama yine de yanıtlamaya devam etmiştim zira o kızları (adları R. ve T.) çok severdim, beş senedir süren güzel bir arkadaşlığım vardı ve bana böyle birşey yapmayacaklarını düşünmüştüm sanırım. Tam olarak neler düşündüğümü falan pek hatırlamıyorum, üzerinden 20 sene geçmiş şeyler, ama o testin sonucunu söyleyip bana güldüklerinde gururumun ciddi derecede incindiğini hatırlıyorum. Sanırım ilkokul dönemimde bu konuyla ilgili bana en çok dokunan anı bu. Eminim eşcinsel bireylerin çoğunun böyle anıları var ve çoğu da tekrar o günleri deşeleyip bu tip şeyleri yeniden hatırlamak istemez ama benim bu blogda bunları yazasım, bütün anılarımı deşesim var. Belki birilerine birşeyler ifade eder bu durumlar.
Neyse, sonra fazla bir yara almadan ilkokul bitti ama ne olduysa, ortaokul için başka bir okula geçmem ile başladı. Sınıfa başlar başlamaz, başını bir kişinin çektiği, birkaç kişiden oluşan zorba bir gruptan "top" laflarını yemeye başladım ve bu durum benim fena halde ağırıma gitti. Zaten yeni okulda, ilkokuldan gelen arkadaşlıkların networküne dahil olmaya çabalıyordum, ilkokuldaki beni seven, kollayan arkadaşlarım gitmişti ve bana top denilmesinden ileri derecede alınmaya ve incinmeye başlamıştım. Bir de ortaokul ile birlikte benim de cinsellik ile ilgili hislerim uyanmaya başlamış, top kelimesinin tam anlamını (erkeklerden hoşlanan erkek) anlayabilir duruma gelmiştim, bunun ne getireceğini çok bilmesem de toplum tarafından feci yanlış birşey olduğunu öğrenmiş, bundan fena halde korkar duruma gelmiş, ne pahasına olursa olsun bunun anlaşılmaması için uğraşmam gerektiğini farketmiş, bunun ulu orta söylenmesinden dolayı da bu nedenle acaip derecede utanır olmuştum.
Ben ilk defa ortaokulda gerçekten erkeklerden hoşlandığımı farketmiştim. Elbette daha önceden de, önceki yazılardan da okunabileceği üzere, erkeklerden hoşlanıyordum ama ortaokulda ilk defa bunun cinsellik denen şey olduğunu idrak edebilmiştim. Ki bu da çok normal bir seyir, genelde erkek çocukların cinsellikleri farkedişleri 12 yaş civarı oluyor, kimilerinde biraz erken kimilerinde biraz geç. Zaten ilkokulun 5 sene olarak kurgulanmasının altında yatan mantık da bu, çocukların cinsellikleri uyanana kadar beraber okusunlar vs. Neyse, gayet net hatırladığım bir başka şey de ilk boşalarak biten mastürbasyonumun Ortaokul 1'de olması. Daha önceden de penisimle oynadığımı ve bundan değişik bir zevk aldığımı hatırlıyorum ama boşalmak farklı bir şeydi benim için. Show TV'de Vahşi Orkide adlı sevişmeli gerilim filmini, prime time gibi bir zamanda odamda izliyordum ve Mickey Rourke ile Carre Otis'in seviştiği bir sahnede boşalmıştım. Tam olarak hangi oyuncu beni daha çok tahrik etmişti hatırlamıyorum ama o denemler Mickey Rourke gayet taş bir abimizdi. Penisimden gelen beyaz renkli sıvıyı görmüş, daha önceden bu konu hakkında kimseyle konuşmamış, hiç bir şekilde haberim olmamış olduğu halde bu durumu çok normal karşılamıştım. Niye bilmiyorum, içgüdüsel olabilir.
Konuyu süper dağıtıyorum ama olayları sıralı anlatayım dedim. Olayın özü, o dönem cinsellik kavramı ile tanışmış, sınıfta bu iğrenç çocukların grubundan hemen hemen her gün sözlü aşağılama görmeye başlamış, kendi durumumdan inanılmaz derecede korkmuş, nasıl başa çıkılacağı konusunda hiç bir fikrim olmadığı için de, o dönem bana en mantıklı gelen yol olarak davranışlarıma aşırı derecede dikkat etmeye, fazla kıpırdamamaya, fazla konuşmamaya, fazla gülmemeye, iyice içime kapanmaya başlamıştım. Yine de birkaç iyi arkadaşım olmuştu (M. ve T.) ve onlarla birşeyler yapıyor, bir grup içine dahil olma ihtiyacımı karşılıyordum. Bu durumdan dehşet şekilde korktuğum için de aileme veya bir başka kişiye asla anlatamazdım, anlatmadım da.
Bu yazı fena halde uzayacak ama kendi blogum, anlatayım. Ortaokul 2. sınıfta eşcinselliğimle ilgili 27 yaşıma kadarki iki deneyimimden birini yaşadım, ona da ne kadar deneyim denebilirse. O sene sınıfımıza gelen, hafif sarışınca, esmer tenli, zayıf bir çocuk olan F. ile aynı mahallede oturuyorduk, birkaç kez evine başkalarıyla beraber gitmişliğim, oyun oynamışlığımız, ders falan çalışmışlığımız vardı. Bir gün evine tek başıma, sadece muhtemelen bir ödevi, birşeyi almak üzere kısa süreliğine gitmiştim. Evin içerisine girdiğimi, tek başımıza olduğumuzu, bana ödevi mi, artık neyi verecekse verdiğini hatırlıyorum. Sonra da ben gideyim demiştim, ayrılırken tam olarak nasıl oldu hiç ama hiç hatırlamıyorum, ama bir şekilde T-shirt'ünü kaldırmaya çalıştım, zira fena halde bir erkek memesi fetişim vardı (hala da tüm şiddetiyle devam ediyor gerçi). Bütün o bastırılmışlığı, korkuları falan nasıl alt edebildim de o hareketi yapmaya cesaret edebildim bilmiyorum. İki açıklaması var bunun, birincisi bu hareketimi kolayca "şaka yaptım"a vurma olasılığım vardı, ikincisi de cinsel dürtüler o kadar yoğun, o kadar bastırılması aşırı güç şeyler ki, bir yerden her şekilde patlıyorlar.
Neyse bu hareketim çocukçaydı ama farkedildi elbette. Hem açığa çıkacak olmaktan hem de cinsel bir arzudan heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çocuğun memesini gördüm mü hatırlamıyorum ama o hareketten sonra çocuk bana başımı kaldırmamı söylemişti, ben de kaldırmıştım, sonra boynumda birşey yaptığını hatırlıyorum. O sırada ne yaptığını anlamamıştım. Bir süre sonra çekildi, ben de başımı tekrar öne indirince, boynumda bir ıslaklık olduğunu farketmiştim. Ağzımdan çıkan söz "aa, sen yalamışın" oldu. O da gülümseyerek "evet" demişti. Ben yalanmış olmaktan çok zevk almadım sanırım, biraz da olayın absürdlüğü ile "neyse ben gideyim" deyip gitmiştim. Eve döndüğümde "ne yaptım ki ben şimdi" diye düşünmüştüm. Ertesi gün okula gittiğimde ise F. benle konuşmuyordu, öğleyin koridorda karşılaştığımızda ise ben ona selam vermiştim, o da bana daha önceden hiç demediği birşey olarak "top" deyip gitmişti. Durumun nedenini anlamıştım ve üzülmüştüm. Çok yakın arkadaşım olmasa da sevdiğim biriydi. Yaptığımdan utanmıştım gene. Gerçi benimkinden daha abartı bir hareket yapan oydu ama muhtemelen o akşam o da "acaba ben ne yaptım, ben de mi top oldum" diye düşünüp korkmuş olmalıydı.
27 yaşından sonra öğrendiğim gerçekler olarak, ben bu tip gerizekalı, safça deneyimler yaşarken, eşcinsel güruhun bir kısmının da aynen karşıcinsel güruhun bir kısmı gibi bayağı emmeli gömmeli, hiç böyle yok memesini gördün, yok boynunu yaladın gibi tırıvırı şeylerle yetinmediğiydi. Yine de çok üzüldüğümden değil, bu işlerin çok erken yaşta başlaması da hayırlı sonuçlar veren şeylerden değil belki de. Eşcinsellik gibi zaten sıkıntılı süreçleri olan bir durumun, hayatı fazla tanımadığın ve kendini çok savunamayacağın yaşlarda senin hayatında fazlaca yer kaplaması belki de oldukça tehlikeli olma potansiyeli olan bir şey.
Tamam, ortaokul bitsin yeni yazıya geçeceğim.
Ortaokul 3'te (orta son derdik) tüm sınıflar yeniden karılmıştı ve ben harika bir şans ile, bu bana sözlü olarak sataşmayı seven tiplerin başında orospu çocuğu ile aynı sınıfa düşmüştüm yine (bilmiyordum ki bu durum tekrarlanacaktı ileriki yıllarda). Yeni sınıfta yeni bir başlangıç yapma umudum da bu sebeple suya düşmüştü. Bu katıksız orospu çocuğu, sınıftaki diğer gereksiz tipler ile birleşerek bu senede bana saldırma işini iyice azıtmıştı. Bu arada ben neden olduğunu bilmediğim şekilde ilkokuldan beri bu saldırılara bir karşılık vermiyordum. Kendimi inanılmaz derecede ezik, güçsüz, korkak ve çaresiz hissediyordum. Neden bana saldıran tiplerle kavga etmekten bu kadar kaçındığımı hiç bir şekilde bilmiyorum. Belki içselleştirilmiş homofobi denen kavramla açıklanabilir ama cidden kendimi hiç kavga edebilecek şekilde göremiyordum, hiç bir şekilde de bu saldırılara etkili şekilde karşı çıkamadım, çıkmadım. Benim karşı çıkmamamı, tersine ciddi şekilde üzüldüğümü gören bu orospu çocukları da bana saldırdıkça saldırdılar doğal olarak. O sene işler iyice zıvanadan çıkmış durumdaydı, her gün ciddi şekilde aşağılanıyordum, bazen fiziksel şiddet de yaşadım ve ciddi derecede bir depresyona girdim. Her akşam kendimi nasıl öldürsem diye düşünür oldum, yollara baktığımda kendimi arabaların önüne attığımı hayal ediyordum falan. Orta 3 hayatımın en berbat yılı olarak geçti, okulda kendimi iyice izole hissediyordum, utancımdan çok az kimseyle konuşuyordum, kendimden nefret ediyordum ve ölmek istiyordum. 1995 yılıydı, o dönemin bütün depresif şarkılarını artık ne zaman bir yerlerde duysam aşırı derecede rahatsız oluyorum ve dinleyemiyor, katlanamıyor ve ya müziği kapattırıyor ya da ortamı terk ediyorum. Bunlardan biri Everything but the Girl'den "Missing", diğeri de Therapy?'den "Diane". Artık nasıl bir hasar bırakmışsa o yıl bünyede. Şimdi bu yazıyı yazarken her iki şarkıyı da açıp baştan sona dinledim 20 yıl sonra. Bundan sonra acıtmayacak bu şarkılar artık. I am cleaning my closet (Atilla Taş mode on).
Not: F. ile bir daha hiç görüşmedik, arkadaşlığımız orada bitti. Yıllar sonra facebook'tan onu aratmak aklıma geldiğinde bir kızla sarmaş dolaş profil resminin olduğunu görmüştüm. Şimdi tekrar baktım, tek başına duruyor ve evli gözükmüyor. Bilmiyorum eşcinsel miydi, biraz eğilimli miydi neydi.
Açılma, Nam-ı Diğer "Coming Out" 1
Eşcinsellikle ilgili terimlerin bazılarının Türkçe karşılıkları pek güzel olmuyor, bir tanesi de bu "açılma" lafı. Kapalıyken, yani eşcinselliğini kimseye söyleyemezken (ki buna kendi de dahil), tersi bir duruma geçip açılmak, yani içini dışarıya açmak anlamındaki bir açılma olabilirken, "Derdini anlat, açılırsın" lafındaki anlamıyla da çıkmış ve o şekilde kullanılıyor olabilir (ki çoğu eşcinsel birey gerçekten bu şekilde hisseder herhalde, büyük bir ferahlama şeklinde).
Neyse, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, bu açılmak lafı bir kabullenme ve gerekirse başkaları ile paylaşma anlamına geliyor. Bir eşcinsel bireyin hayatındaki dönüm noktalarından, kilometre taşlarından biri olduğu zaten her yerde yazan birşey, aynen bana da öyle oldu. Ben onu anlatayım.
Şimdi neden kabullenme gerekiyor? Aslında önceki yazılarda da gayet bizzat yaşadığım üzere, eşcinsellik dediğimiz şey süper doğal, gayet insanın çocukluğundan, doğasından gelen birşey. Eşcinselliğin çevre koşulları ile oluştuğu kanısına asla katılmıyorum, gayet süper normal, kavgası gürültüsü olmayan, sevgi dolu, baba figürü falan gayet yerinde bir ailede, gayet sıradan koşullarda büyümüş bir Türk genciyim. Ha bu demek değil ki, ailem bu eşcinsellik mevzularında süper bilgili veya süper destekleyici oldu, aksine her sıradan Türk ailesi gibi inkar ve bahsi açılmamanın allahını yaşıyoruz, o konuda da bir enteresanlık yok. Neyse, koşullar bu şekildeyken kabullenememek neden, çünkü toplumda her yerde, her noktada, yetiştiriliş tarzımızdan izlediğimiz dizilere, okuldaki ders kitaplarından günlük konuşmalardaki genel geçer, gerçek anlamıyla pek kullanılmayan deyimlere kadar çılgın şekilde yaygın homofobi yüzünden, eşcinsel bir gencin ergenlik dönemi über sancılı geçer. Zaten kendini bulma sıkıntıları, grup içinde kabullenilme çabaları, yetişkin dünyasına adım atmanın deneysel gelgitleri yeterince zorken, bir de üstüne herkesin küfürler savurup alay ettiği ama kimsenin hakkında doğru dürüst fikir sahibi olmadığı, yardım alacak bir mercinin olmadığı (şimdi allahtan internet adlı eşcinsel gençlerin kurtarıcısı muhteşem icat var) önyargılarla bezeli bir eşcinsel algısının içinde kendini konumlandırma, hatta daha çok konumlandıramama durumları var. Bu çılgın sancılı süreçte de, kendisinde eşcinsel hissiyat bulunduğunun farkına varan, bunun da toplum tarafından hiç de hoş karşılanmadığını da zaten öğrenmiş olan gencimiz de bir inkar süreci yaşanıyor. Artık bunun ne kadar süreceği de kişiye ve şartlarına bağlı bir şey. Belki çok kısa sürer, belki de asla içinden çıkamaz ve kimi durumlarda ağır homofobik, toplum normlarına uyarak karşıcinsel ilişkisi olan (evli olan) ama arada belki kaçamaklar yaparak, belki yapmayıp hayalleri ile idare eden sıkıntılı bireyler olarak yaşamını sonlandırır.
Bu son cümlede biraz önyargılı bir tablo çizdim gibi oldu, sanki eşcinsel kimliğini kabul etmeyen herkes sıkıntılı bir hayat geçirirmiş gibi oldu. Sanırım bu hiç de böyle değil. Benim bu cinsellik işlerinden bu kadar okuma, konuşma, yaşama, izleme vs. çabasından sonra gördüğüm şu ki, dünya üzerinde ne kadar farklı insan varsa bir o kadar da cinselliği yaşama biçimi var. Radikal gazetesinde 2005 civarı bir tarihte okuduğum, bir kaç eşcinsel erkek ile yapılan röportajlarda, gayet evli, mutlu, ama arada karısını aldatıp başka erkeklerle yatan, bunu da normal ve her erkeğin yaptığı şeyin sadece özneleri değişik versiyonu olarak gören pek çok insan olduğunu görmüştüm. Sonradan da okuduğum, duyduğum, gördüğüm olgularda bunun Türkiye adlı değişik ülkede gayet normal bir durum olduğunu gördüm. Şayet tersi olsaydı çok daha fazla eşcinsel komşularımız olurdu herhalde. Toplumun normlarına uyup, evlenip çocuk yapıp, bir taraftan da eşcinselliğini sadece cinsellik bazında yaşamak herhalde bu ülkede yaşanabilecek en rahat eşcinsel hayat. Özeniyor muyum? Bilmiyorum, bana uymazdı bu. Ben çok rahat yalan söyleyebilen biri değilim, şartlar beni bir şekilde evlenmeye zorlasaydı, herhalde bir önceki paragrafta çizdiğim sıkıntılı insan ben olurdum.
Ülkenin geneli, hele de cinsellik konularında, ikiyüzlü muhafazakarlık dediğimiz şekilde yoğrulmuşken, eşcinsel olmayan erkeklerde de belki de çok farklı bir tablo yokken, çok da garipsenmemeli bu durumlar. Bu normaliteden kaçamayanlar sanırım trans kişiler, zira eşcinsellik iyi kötü saklanabilen, başkaları tarafından da görmezden gelinebilen birşeyken, trans olmak pek saklanılabilecek birşey değil ve bu insanlar çareyi İstanbul gibi büyük şehirlere kaçmakta buluyorlar.
Zamanında bir LGBT derneğinin telefon hattında kısa süreli çalışmışlığım oldu. Yalnız eşcinsellik konusunda bayağı bilgili olduğum, kitaplar devirdiğim, pek çok insan ile görüşüp bir gazeteci edasıyla hikayelerini dinlemiş olduğum halde, o telefon hattında geçirdiğim kısa sürede dinlediğim, ülkenin dört köşesinden insanların hikayeleri benim telefonun öbür tarafında, arayan kişiye benim yardım etmem gerektiği halde dona kalmama, diyecek cevap bulamamama yol açıyordu. Öyle fantastik hikayeler dinledim ki, -ve eminim çoğu, belki de hiç biri işletmiyordu, konuşmalarından anlıyorsunuz kim işletiyor, kim samimi- şu Cem Yılmaz'ın "hani marjinal bizdik" lafı cuk oturuyordu. Muhtelif yerlerine muhtelif eşyaları sokmaktan hoşlananlardan, bunu karısına yaptırmaktan hoşlananlardan, çeşitli aile bireyleriyle çeşitli maceralara yol alanlardan, evli ve çocuklu olup kadın giysileri giyip köyün erkeklerine amme hizmeti yapanlardan falan bahsediyorum. O telefon konuşmalarından sonra, ben bu ülkede "ben muhafazakarım, allah, peygamber, din" falan diyen kimseye inanmama kararı almıştım. Neyse, gerçi dinleye dinleye bir süre sonra onları da kanıksamaya başlıyorsunuz maalesef.
Ha neyse, aman bunları konuşmayalım, herşeyi yapalım ama hiç çaktırmayalım, soran olursa çok muhafazakarız. Tipik doğu toplumu psikolojisi sanırım bu, bir toplum sosyologu bu tür toplumsal davranışlara "utanç toplumu" diyordu, enteresan bir açıklamaydı ama bize çok fena uyuyor.
Ben bu blogda kendi hikayelerimi anlatacaktım ama sanırım bu konuda fazla doluymuşum, konu başka yönlere kaydı gitti. O zaman bu yazıyı burada bitireyim, bir sonraki yazıda kendi hikayemi anlatayım.
Neyse, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, bu açılmak lafı bir kabullenme ve gerekirse başkaları ile paylaşma anlamına geliyor. Bir eşcinsel bireyin hayatındaki dönüm noktalarından, kilometre taşlarından biri olduğu zaten her yerde yazan birşey, aynen bana da öyle oldu. Ben onu anlatayım.
Şimdi neden kabullenme gerekiyor? Aslında önceki yazılarda da gayet bizzat yaşadığım üzere, eşcinsellik dediğimiz şey süper doğal, gayet insanın çocukluğundan, doğasından gelen birşey. Eşcinselliğin çevre koşulları ile oluştuğu kanısına asla katılmıyorum, gayet süper normal, kavgası gürültüsü olmayan, sevgi dolu, baba figürü falan gayet yerinde bir ailede, gayet sıradan koşullarda büyümüş bir Türk genciyim. Ha bu demek değil ki, ailem bu eşcinsellik mevzularında süper bilgili veya süper destekleyici oldu, aksine her sıradan Türk ailesi gibi inkar ve bahsi açılmamanın allahını yaşıyoruz, o konuda da bir enteresanlık yok. Neyse, koşullar bu şekildeyken kabullenememek neden, çünkü toplumda her yerde, her noktada, yetiştiriliş tarzımızdan izlediğimiz dizilere, okuldaki ders kitaplarından günlük konuşmalardaki genel geçer, gerçek anlamıyla pek kullanılmayan deyimlere kadar çılgın şekilde yaygın homofobi yüzünden, eşcinsel bir gencin ergenlik dönemi über sancılı geçer. Zaten kendini bulma sıkıntıları, grup içinde kabullenilme çabaları, yetişkin dünyasına adım atmanın deneysel gelgitleri yeterince zorken, bir de üstüne herkesin küfürler savurup alay ettiği ama kimsenin hakkında doğru dürüst fikir sahibi olmadığı, yardım alacak bir mercinin olmadığı (şimdi allahtan internet adlı eşcinsel gençlerin kurtarıcısı muhteşem icat var) önyargılarla bezeli bir eşcinsel algısının içinde kendini konumlandırma, hatta daha çok konumlandıramama durumları var. Bu çılgın sancılı süreçte de, kendisinde eşcinsel hissiyat bulunduğunun farkına varan, bunun da toplum tarafından hiç de hoş karşılanmadığını da zaten öğrenmiş olan gencimiz de bir inkar süreci yaşanıyor. Artık bunun ne kadar süreceği de kişiye ve şartlarına bağlı bir şey. Belki çok kısa sürer, belki de asla içinden çıkamaz ve kimi durumlarda ağır homofobik, toplum normlarına uyarak karşıcinsel ilişkisi olan (evli olan) ama arada belki kaçamaklar yaparak, belki yapmayıp hayalleri ile idare eden sıkıntılı bireyler olarak yaşamını sonlandırır.
Bu son cümlede biraz önyargılı bir tablo çizdim gibi oldu, sanki eşcinsel kimliğini kabul etmeyen herkes sıkıntılı bir hayat geçirirmiş gibi oldu. Sanırım bu hiç de böyle değil. Benim bu cinsellik işlerinden bu kadar okuma, konuşma, yaşama, izleme vs. çabasından sonra gördüğüm şu ki, dünya üzerinde ne kadar farklı insan varsa bir o kadar da cinselliği yaşama biçimi var. Radikal gazetesinde 2005 civarı bir tarihte okuduğum, bir kaç eşcinsel erkek ile yapılan röportajlarda, gayet evli, mutlu, ama arada karısını aldatıp başka erkeklerle yatan, bunu da normal ve her erkeğin yaptığı şeyin sadece özneleri değişik versiyonu olarak gören pek çok insan olduğunu görmüştüm. Sonradan da okuduğum, duyduğum, gördüğüm olgularda bunun Türkiye adlı değişik ülkede gayet normal bir durum olduğunu gördüm. Şayet tersi olsaydı çok daha fazla eşcinsel komşularımız olurdu herhalde. Toplumun normlarına uyup, evlenip çocuk yapıp, bir taraftan da eşcinselliğini sadece cinsellik bazında yaşamak herhalde bu ülkede yaşanabilecek en rahat eşcinsel hayat. Özeniyor muyum? Bilmiyorum, bana uymazdı bu. Ben çok rahat yalan söyleyebilen biri değilim, şartlar beni bir şekilde evlenmeye zorlasaydı, herhalde bir önceki paragrafta çizdiğim sıkıntılı insan ben olurdum.
Ülkenin geneli, hele de cinsellik konularında, ikiyüzlü muhafazakarlık dediğimiz şekilde yoğrulmuşken, eşcinsel olmayan erkeklerde de belki de çok farklı bir tablo yokken, çok da garipsenmemeli bu durumlar. Bu normaliteden kaçamayanlar sanırım trans kişiler, zira eşcinsellik iyi kötü saklanabilen, başkaları tarafından da görmezden gelinebilen birşeyken, trans olmak pek saklanılabilecek birşey değil ve bu insanlar çareyi İstanbul gibi büyük şehirlere kaçmakta buluyorlar.
Zamanında bir LGBT derneğinin telefon hattında kısa süreli çalışmışlığım oldu. Yalnız eşcinsellik konusunda bayağı bilgili olduğum, kitaplar devirdiğim, pek çok insan ile görüşüp bir gazeteci edasıyla hikayelerini dinlemiş olduğum halde, o telefon hattında geçirdiğim kısa sürede dinlediğim, ülkenin dört köşesinden insanların hikayeleri benim telefonun öbür tarafında, arayan kişiye benim yardım etmem gerektiği halde dona kalmama, diyecek cevap bulamamama yol açıyordu. Öyle fantastik hikayeler dinledim ki, -ve eminim çoğu, belki de hiç biri işletmiyordu, konuşmalarından anlıyorsunuz kim işletiyor, kim samimi- şu Cem Yılmaz'ın "hani marjinal bizdik" lafı cuk oturuyordu. Muhtelif yerlerine muhtelif eşyaları sokmaktan hoşlananlardan, bunu karısına yaptırmaktan hoşlananlardan, çeşitli aile bireyleriyle çeşitli maceralara yol alanlardan, evli ve çocuklu olup kadın giysileri giyip köyün erkeklerine amme hizmeti yapanlardan falan bahsediyorum. O telefon konuşmalarından sonra, ben bu ülkede "ben muhafazakarım, allah, peygamber, din" falan diyen kimseye inanmama kararı almıştım. Neyse, gerçi dinleye dinleye bir süre sonra onları da kanıksamaya başlıyorsunuz maalesef.
Ha neyse, aman bunları konuşmayalım, herşeyi yapalım ama hiç çaktırmayalım, soran olursa çok muhafazakarız. Tipik doğu toplumu psikolojisi sanırım bu, bir toplum sosyologu bu tür toplumsal davranışlara "utanç toplumu" diyordu, enteresan bir açıklamaydı ama bize çok fena uyuyor.
Ben bu blogda kendi hikayelerimi anlatacaktım ama sanırım bu konuda fazla doluymuşum, konu başka yönlere kaydı gitti. O zaman bu yazıyı burada bitireyim, bir sonraki yazıda kendi hikayemi anlatayım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)