23 Ağustos 2015 Pazar

Uzun Süreli Eşcinsel İlişki Rehberi

Türkiye'de eşcinsel bir ilişki yürütmek fena halde zor. Aslında ilişki yürütmenin kendisi zor birşey elbette ama eşcinsel olunca her şey ziyadesiyle zorlaşıyor. Eşcinsel dünyasında da ilişkilerin çok uzun süreli yürümediğini, pek çok eşcinselin yalnız yaşadığını, ya da bu dünyada düzgün bir ilişki yaşamak umudu görmeyip bir kızla yol yakınken evleneyim kurtulayım düşüncesine girdiğini görüyoruz. Uzun süreli, romantik seviyesi yerinde, duygusal, paylaşıma açık, güven veren bir ilişki arıyor, "artık elimde telefon hornetlerde dolaşmak istemiyorum" diyorsanız, size bir rehber hazırladık.

Eşcinsel ilişki yürütmenin önündeki zorluklar:

1. Kendine açılmanın zaman alması, bu süreçte kimi eşcinsel bireylerin bir taraftan ilişki götürme isteği, bir taraftan kendilerini kabullenememe sıkıntıları ile arıza çıkarmaları, karşılarındaki kişiyi kırmaları, aldatmaları, ilişkiyi "ben götüremiyorum" diye bitirmeleri.

2. Toplumsal baskılar, eşcinsel ilişkinin kabul edilmemesi, bu nedenle etrafındaki kişilerden, yakın çevreden genelde hiç bir şekilde destek alınabilmeyi bırak, sürekli engeller çıkarılması, bilen herkesin ilişkinin bitmesini istemesi (istisnaları oluyor elbette ama özellikle gençleri etkileyen bir durum bu).

3. Heteronormativite ve cinsel duygularını baskılama ekseninde bir gelişim geçiren bireylerin, duygusal yönden zedelenmiş olması, eşcinselliğe karşı kendi içselleştirilmiş homofobileri, ilişkiye güven ve inanç konusunda eksiklikleri, ilişkiye başlarken "zaten bitecek" psikolojisiyle başlamaları.

4. Bu kadar baskı neticesinde, eşcinsel dünyasının genel olarak sabun köpüğü olduğu, ana amacın hep seks ve cinsellik üzerine şekillendiği, eşcinsel ilişkilerin geçici olduğu, kimsenin uzun süreli ilişki yaşamadığı şeklinde bir önkabul.

5. Eşcinsel bireylerin önünde, onların örnek alacağı, "aa isteyince oluyormuş" diyebilecekleri rol model çiftlerin çoğunlukla olmayışı.

6. Eşcinsellerin toplumda sayıca az olması, bunların daha da azının kendini kabullenmiş, uzun ilişki götürebilecek kişiler olması nedeniyle, karşıcinsel bir partner için seçime kıyasla sayıca çok az bir havuzdan seçim yapmak zorunda kalmak.

7. Tanışma ortamlarının genel anlamda çok dar ve kısıtlı olması. Karşıcinsel bir ilişki için hemen her yerde tanışma imkanınız var, arkadaşınızın bir fotoğrafında yanındaki kızlardan birini görür, "aa bu kim, sevgilisi var mı?" diye sorabilir, ondan "aa sana çok uyar, zaten o da bilkentli" türünden bir cevap alarak hem ilişki durumu uygunluğu, hem de tanıdığınız birisinden ne kadar uyabileceğiniz konusunda bilgiyi şıp diye alabilirsiniz. Eşcinsel ilişkilerde öncelikle açılmanız, sonra başka eşcinsellerle tanışmak için ya gey bar tarzı yerlere ya da internet ortamındaki tanışma siteleri veya benzeri ortama girmeniz, orada çok kısıtlı veriler ve bir önyargı yumağı içinde seçim yapmak zorunda kalmanız, ego çarpışmalarına kurban gitmeniz, bir sürü abuk subuk insan içinde, iyi birini bulma umutları azalmış kişilerle iletişim kurmaya çalışmanız. "tanınırım", "ya tanıdık biri beni görürse" endişelerinden dolayı gizlenen yüzler,  dolandırıcılık hikayelerinden veya ifşa edilme korkusundan dolayı güvensizlik. Hornet gibi yeni nesil mobil uygulamalarınde, kendini yazarak tanıtma kısımlarının iyice mikrolaşması nedeniyle, sadece resimlerden bir karakter analizi yapmak ile uğraşmak, sadece resim olmasının tanışma işini seks odaklı hale getirmesi. Eşcinsellerin takılabileceği sosyal mekanların çok çok kısıtlı ve sadece belli şehirlerde olması, bar/cafe ortamları dışında, tanışmak/konuşmak/sevişmek amacının dışında bir ortak faaliyette bulunabileceğiniz, benzer ilgi alanlarınızla tanışabileceğiniz tek ortamın lgbt dernekleri ve kulüpleri olması, bunların da herkese hitap etmiyor oluşu. Örneğin eşcinsellerin öncelikle beraber şarkı söylemek üzere toplandıkları bir boston gay men chorus ya da öncelikle spor yapmak için bir araya geldikleri bir london gay men's rowing team yok.

8. Karşıcinsel ilişkileri çoğu durumda dağılmaktan kurtaran boşanmaya karşı toplumsal baskı, arada çocuk olması, bir evlilik sözleşmesinin hukuki bağlayıcılığı gibi dışsal faktörlerin eşcinsel ilişkilerde bulunmaması.

Görüldüğü üzere bu toplumda eşcinsel bir bireyin aşması gereken pek çok sıkıntı var. Ama bu durumları görüp hemen karamsarlığa düşmüyoruz. Herşeyin bir çözümü var ve çözmek için en başta iyimser olup başaracağına inanmak ve umut etmek gerekiyor. Uzun süreli ilişki istiyorsanız, sizin için yol gösterici bir reçete hazırladım, kişisel tecrübelerimden ve okuduklarımdan bir derleme, katılmadığınız noktalar olabilir ama fikir vermesi açısından faydalı olacağını düşünüyorum.



Uzun süreli düzgün ilişki reçetesi

1. Öncelikle iki aklı başında eşcinsel birey. Mental problemleri olan biriyle çok zor (böyleleri de var evet).

2. Bu iki kişinin de eşcinselliklerini kabullenmiş, bu kabullenme döneminin çalkantılarını geriden bırakmış bireyler olmaları. Öteki türlü çok can yakıyor, birşeyler yapıp yapıp ertesi gün pişmanlık krizine girip aramayanlar, telefona çıkmayanlar, sevişmenin dibine vurup ertesi gün "ben gey mi oldum şimdi" diye ağlayanlar, "aktifim gey değilim" moronları vs vs. Kafasında "biraz böyle yaşayayım, bir yaşa geldiğimde annemler beni bir kızla evlendirir" düşüncesiyle yaşayan biri ile uzun vadeli birşey yaşamayı planlamak imkansıza yakın. Kişinin "ben eşcinselim, bir kadınla yaşayamam, ya bir hemcins partnerim olacak, ya da hayatımı yalnız yaşayacağım" diyebilmesi lazım. Arafta kalmış, gitgellerdeki biri ile ilişki götürmek çok zor. Hele evli olan erkeklerle düzgün bir ilişki hayali yaşayan "ama o çok iyi bir insan" gibi laflar eden gey kardeşlerimizin hangi kafada yaşadıklarını merak ediyorum.

3. Seks konusunda belli bir doygunlukta olmaları. Bu demek değil ki, halihazırda en az yüz tane farklı kişiyle seks yapmış olmaları lazım, kimi insanlar doğrudan romantik ilişki arıyor, bir gecelik bir ilişkiyi asla düşünmüyorlar. Burada kastedilen, bireylerin farklı kişilerle seks yapma hevesleri varsa onları gidermiş olarak ilişkiye başlamaları lazım. Tabii açık ilişki denilen tarz da kullanılabilir, eğer iki taraf da buna razıysa sorun yok.

4. Bu iki kişinin ikisinin de uzun süreli bir romantik ilişkiye ihtiyaç duymaları. Karşılıklı güven, anlayış, şefkat, sevgi, uzun vadeli planlar kurma, bir hayatı paylaşma gibi istekleri olmalı. Weekend filmi gibi, biri bunu isterken öbürünün hiç o taraklarda bezi olmaması durumları olabiliyor. Yine de eğer güçlü bir bağ oluşursa, bu kişinin eşcinsel ilişki hakkındaki önyargılarının kırılması ve ilişkiye inanma ihtimali var. Ama aklını önüne gelenle yatmak ile bozmuş birisi ile bu iş olmaz.

5. Karşılıklı cinsel çekim ve sevgi. Evet her ikisi de lazım, biri olup öteki olmadan zor. Bunun akla yatan tek istisnası birisinin isteği sevgi ve arkadaşlıkken, ötekinin karşı tarafın parası/çevresi/sağladığı imkanlar olması. Ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama bu şekilde uzun süreli ilişkilerin gittiğini gördüm. Alan razı satan razıysa sorun yok elbette (ama sevimli değil).

6. Bu iki kişinin sorumluluk sahibi kişiler olması lazım. Bu konu da fena halde önemli zira ilişki sorumluluk, sabır, anlayış, fedakarlık ve çaba gerektiriyor. Bu kişilerin ilişkinin getireceği bir takım kısıtları ve sorumlulukları kabul etmesi, ona göre hayatını şekillendirmesi lazım. Buna arayıp sorma, arayı açmama, karşıdakinin sıkıntılarına sorunlarına ortak olma, gerektiğinde partnerinin arkasında durabilme, ona maddi manevi destek çıkabilme, partneri için bazı zevklerinden fedakarlık edebilme, en önemlisi zamanını ayırabilmesi gerekiyor. Partnerlerden birinin aklı bir karış havadaysa, yeterince ilgilenmiyorsa, fedakarlık göstermiyorsa, biri gelir biri gider gözüyle yaklaşıyorsa, herşeyi bırakıp amerika'ya taşınma hayalleri varsa, isterse brad pitt olsun, karşı taraf bir noktadan sonra "skerim belasını der", o ilişki gitmez.

7. Para. Bundan bahsetmek romantik ideallerimize ters gelse de, özellikle aile desteğinin olmadığı eşcinsel ilişkilerde, parasız saadet olmuyor, olsa da uzun süreli gitmiyor. Taraflardan en az birinin idare edecek bir geliri olması lazım zira parasızlıkta aşkınızı oturup yiyemiyorsunuz. İlişkinin sağlam temellerde gidebilmesi için para şart zira finansal problemler yaşamak ciddi derecede yıkıcı. Bu nedenle tarafların işlerine sahip çıkmaları, mümkün mertebe parasız kalmamaya çalışmaları lazım. Tek tarafın para kazandığı ilişkilerde, o tarafın sömürülüyor hissine kapılmaması için, karşı tarafın da başka konularda fedakarlık göstermesi gerek (mesela öğrenciyse, derslerinde başarılı olup iyi bir gelecek için çabasını ortaya koyduğunu göstermesi vs).

8. Benzer bir kültürel ve eğitimsel geçmiş, benzer ilgi alanları ve zevkler, hayata benzer bir pencereden bakmak. Bu elbette sadece eşcinsel ilişkiler için geçerli olan birşey değil ama yine de yazılması lazım. Çok farklı tellerden çalan iki tipseniz, aranızdaki cinsel çekim ve frekans ne kadar iyi olursa olsun, bir noktadan sonra o iş gitmiyor. Davul dengine dengine çalması lazım.

9. Mahremiyet sağlanacak bir özel alan. Bu konu da çok önemli. Liseli aşıklar gibi kafelerde ve otobüs duraklarında götürülen bir ilişki, sevişmek için arkadaşın evinin veya annelerin bodrum'daki yazlığa gitmesinin beklenildiği bir ilişki, bir süre sonra ister istemez sıkıyor. Hadi üniversite öğrenciliği döneminde de tahammül edildi ama iş hayatına geçmiş kişilerin hala özel alanlarının olmaması, ilişkiyi zedeleyecek bir başka önemli unsur.

10. Belli bir miktar açıklık. Bireyler eşcinselliklerini facebook hesaplarından duyurmuş olmaları gerekmez elbette ama en azından çevrelerindeki belli arkadaş gruplarına, belki ailelerinin bazı fertlerine açık olmaları, o ilişkinin selahiyeti açısından önemli. Zira ilişkinin sadece evin mahremiyetinde veya dışarıda kuytu köşelerde, yalnız başına geçiyor olması, "neredesin?" diye telefonda soranlara kaçamak/yalan cevaplar verilmesi, hem saklayanı hem saklanılan pozisyonuna düşen kişiyi bir noktadan sonra boğuyor. Saklanılan, kendisinin utanılacak birşey olarak görülmesine bir noktadan sonra bozulmaya başlıyor, "bu adam adam olsaydı da bu denli uzun bir ilişkisini, değer verdiği adamı hala saklama ihtiyacı hissetmeseydi" diyor. Her iki kişinin de çevresine saklandığı durumlar ise çok daha yıpratıcı. Uzun süre gizlilik bulutları arasından götürülen bir ilişki bir noktada patlar. Bunun daha da kötüsü, taraflardan birinin veya ikisinin birden evli olma durumları, aman aman...

11. Çok kısıtlayıcı, baskıcı ve kıskanç olmamaları. Gerçi bu her türlü ilişki için geçerli fakat karşıcinsel bir ilişkide kadınlar bu konuda daha tavizkar olabiliyorlar, "sevginin" veya "toplumsal erkekliğin" bir göstergesi olarak kabullenebiliyorlar. Öte yandan ilişki iki erkek arasında oluyorsa, bu baskılanmaya karşı tepki daha sert olabiliyor, ilişkinin sonunu getirebiliyor. Bir tarafa rahatsızlık veren durumlar, açık şekilde karşı tarafla konuşulabilmeli, ortak çözüm ve anlayış sağlanabilmeli.

12. Uzun mesafe ilişkisi, ortaya yeterince bağlılık ve çaba konulmuşsa, sık sık görüşülmeye karşılıklı gayret varsa, olmayacak birşey değil. Yine de bu durumun fazla uzatılmaması daha sağlıklı elbette.

13. Ortak bir gelecek planı sahibi olmak. Partnerlerin gelecekleri için düşündükleri planın paylaşılıyor olması. Daha da iyisi, bu plan için ortaklaşa çalışıyor olmak.

14. İki bireyin de aktiflik pasiflik durumlarına çok takılan insanlar olmaması. Bu benim kişisel görüşüm, doğru olmayabilir ama genel gözlemim, bu konuya takıntı derecesinde çok önem veren eşcinsel bireylerin uzun süreli ilişki götürme konusunda işinin biraz zor olduğu yönünde. Genel olarak hiç birşeye takıntılı olmamak lazım ama seks konusunda takıntılı olmak, ilişkiyi yıpratıcı ciddi bir sıkıntı oluyor. Bırak ikinizin nasıl hoşuna gidiyorsa öyle olsun.

Belki atladığım başka noktalar da olabilir ama genel hatlarıyla bu şekilde idare eder bir liste. Gördüğünüz gibi uzun süreli eşcinsel ilişki için pek çok faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Hani etrafımızda örneklerini fazlaca görmüyor olmamız çok enteresan birşey değil. Yine de olmaz birşey değil, iyimser olup ne istediğini bilip aramaya devam etmek önemli.


Not: Bu satırları yazan kişinin 6 senedir süren bir romantik ilişkisi bulunmakta. Çok bilmeden ahkam kesmiyorum yani.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Psikolog

Anneme açıldığımda, kendisi eşcinsel olmama çok üzülmüş, cinsel tacize uğrayıp uğramadığımı merak etmiş, kendince bu durumun nedenini bulmaya çalışmıştı. Dilimin döndüğünce bunun dışarıdan bir nedeninin olmadığını, kendimi bildim bileli böyle olduğumu anlatmaya çalışmıştım. Çok tatmin edici olmadı sanırım onun için. Bana bundan kimlere bahsettiğimi sormuştu, sanırım başkalarının duymasından da çekiniyordu.

Anneme açılmamın nedeni sanırım sıkıntılarımı paylaşacak ve bana akıl verecek birine ihtiyaç duymamdı. Kendimi geleceğim konusunda çok fena kafası karışık ve korkmuş hissediyordum, biraz yol gösterilmeye ihtiyacım vardı. Bunun için annem iyi bir seçim miydi, orası tartışılır, zira annem zaten hayatım boyunca öyle yol gösterici, benim sorunlarımı dinleyen, akıl veren biri olmadı, hala da değil. Bu şekilde açılınca ne yapmasını bekliyordum, “oğlum” deyip bana sarılmasını, karşılıklı uzun süre ağlaştıktan sonra birbirimize daha sıkı kenetlenmeyi, benim dertlerimi dinleyip “vay neler neler yaşamışın, bu süreçte sana yardımcı hiç olamamışım, ama bundan sonra yanındayım” demesini mi? Açıkcası tam olarak ne beklediğimi bilmiyorum, söyleyince sadece yıllardır içimde sakladığım şeyi söylemenin bu kadar kolay olmasına şaşırdım, o kadar.

Annemle ağlaşmadık, öyle çok fazla duygusallaştığımız da söylenemez. Hiç filmlerdeki gibi sahneler de yaşanmadı. Nedenini anlamak istedi, pek ortada somut neden olmamasına şaşırdı, bir sevgilim olup olmadığını sordu (var dedim), kim olduğunu merak etti (söyledim), başıma taciz, tecavüz olayı gelip gelmediğini sordu (hayır dedim), bunu başka kimlere söylediğimi sordu (kimseye dedim), babana ve başka kimseye söyleme dedi falan. Öyle sarılmalar, kucaklaşmalar, duygu dolu sahneler yaşanmadı, moron gibi bir konuşma oldu. Tabii herhalde çok üzüldü, hayal kırıklığı falan yaşadı. Değer miydi? Bilmiyorum, çok süper hesaplayarak yaptığım bir şey olmadı, biraz anlaşılmak, biraz desteklenmek, biraz da yol gösterilmeye ihtiyacım vardı ve bunu anneme anlatmazsam kime anlatabilirim diyordum. Üstünden geçen üç yılda faydası oldu mu diye soracak olursanız, aslında somut olarak hiçbir faydası olmadı, annemden beklediğim herhangi bir desteği aldım diyemem ama şu var ki, herhangi bir konuda yalan söylemiyor olmak, o saklanmışlığın birazcık da olsa yırtılmış olması beni biraz iyi hissettirmiyor değil. Değer miydi annemi üzmeye peki? Yani bu soruya cevap vermek çok kolay değil, anneler de öyle insanlar ki, mutlaka üzülecek birşeyler buluyorlar. Söylemesem dahi niye evlenmiyorsun, niye kız arkadaşın yok falan diye düşünür, üzülür ama bir şey belli etmezdi de, sormazdı da. Zor işler aile işleri.


Neyse, annem bana o gün, “ben sana bir psikolog bulucam, onunla görüşme ayarlayacağım, sen de İstanbul’dan geleceksin” dedi. Kabul ettim, olur dedim. Annemin hedefi belliydi, terapi görüp eşcinsellikten kurtarmak. Benim kabul etmeme sebep, hem annem ile bu konuları konuşabilecek belki bir ortam yaratılır, annem daha  çok öğrenir ve anlayış gösterir (belki sonunda aktivist olur, hayatının kalanını lgbt aktivizmine adar falan J), hem de belki psikolog yardımcı olur, bana yol gösterir, akıl verir, bir şey olur, kaybolmuşluk ve geleceğe dair güvensizlik hislerimden kurtulmama yardım edecek tavsiyelerde bulunurdu. Biraz fazla safmışım evet.

Ondan sonra annem bir gün daha benle kalmıştı ama hiç lafını etmedik. Sonra döndü, bir hafta sonra beni aradı, bir psikolog ayarladığını, haftasonu gelip görüşmemi istediğini söyledi. Ben de kabul ettim. O haftasonu geldim, bir cumartesi günü, iyi bir muhitteki psikolog hanımın muayenehanesine gittik. Annem psikologu internetten araştırarak bulduğunu, kadının bu konularda (konuların ne olduğunu falan açık söyleyemiyor) İngiltere’lerde doktoralar yaptığını, bu işin uzmanı olduğunu öğrendiğini, o nedenle seçtiğini söyledi. İyi dedim.

Neyse girdik içeri, bekleme salonunda oturduk, psikolog hanım bir süre sonra beni odasına buyur etti, annem dışarıda bekleme odasında kaldı. İçeri girdim, kadının gösterdiği tekli koltuğa oturdum. Kadın da kendi masasına değil de benim oturduğum yerin karşısındaki bir tekli koltuğa oturdu. Kadın 45 yaşlarında, normal tipli biriydi, elinde bir kupa içinden birşeyler içiyordu. Ben kendimi aslında çok rahat hissediyordum, çok gergin değildim. Kadın koltuğa gömüldü, elindeki kupayı iki eliyle tutup bana bakıyordu. Ben gayriihtiyari olarak bir bacağımı, bileğim dizime gelecek şekilde üstüste attım. Öyle dururken, bunun kadına ayıp olacağını düşünüp bacağımı indirdim ve:

- “Kusura bakmayın, bacak bacak üstüne atmamdan rahatsız olabilirsiniz” türünden bir şey dedim. Kadın istifini bozmadan, önündeki kupayı iki eliyle kavramış bakmaya devam ederek:

- “Yoo, ben de kahve içiyorum, sen bundan rahatsız oluyor musun?” diye karşılık verdi. Tam böyle deli muhabbeti ortamı oluştu yani. Kadın böyle filmlerdeki psikologlar gibi, beni obsesif-kompulsif bir şey gibi mi gördü nedir, test mi ediyordu da böyle gıcık bir soruyla cevap verdi bilmiyorum, ama bu cevap bana komik geldi. Kadını fazla sallamadım ve bacağımı geri üstüste atarak:

- “Yok niye rahatsız olayım, siz rahatsanız ben de rahatım” dedim ve sırıtmaya başladım. Kadın bir süre daha böyle “lütfen rahat olun, gevşeyin, çocukluğunuzdan başlayalım, siz kendinizi sorunlu görüyor musunuz vs.” tarzı, koltuğuna gömülüp gözlüklerinin üzerinden sorgulayıcı bakışlarla bakan klişe psikolog tavrını devam ettirdi. Hayatımda ilk defa psikologa gitmiştim, kendimi sorunlu görmüyordum, üstüne rahat da hissediyordum, sadece bana hayatımda yardımcı olacak bazı içgörüleri bu konular üzerinde deneyimi olan birinden alabilirim diye, pozitif bakarak oraya gelmiştim. Bu tavrımı konuşma ilerledikçe anlayan psikolog hanım, üstüne sorduğu sorulara, konuyu akademik olarak da fazlasıyla bildiğimi, Kinsey raporlarından kabulleniş teorilerine kadar bir dünya şeyi anlattığımı görünce, o baştaki “lütfen söyleyin, deli misiniz siz???” tarzı üstten bakar hali gitti, iki arkadaş, hatta bu konularda deneyimli iki meslekdaş muhabbetine dönüştü. Kendime açılma sürecimde, herşeyi detaylı merak eden ben, oturup bu konular hakkında on-oniki kitap, bir sürü makale devirmişliğim olup, üstüne Lambda gibi ortamlarda uzun süreli bulunmuşluğum da olunca, bayağı bir bilgi birikimi edinmişim, onları konuştuk. Ne konuştuğumuzun detaylarını hatırlamıyorum, üzerinden üç yıl geçti, ama sohbetin başı hariç çok tatlı geçtiğini söyleyebilirim. Öte yandan kadının hayatım için tavsiyesi şu oldu: “Kimseye ilan etme, kimseye söyleme, söylemek zorunda değilsin, kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor, sen de anlatma, ne yaşıyorsan yaşa ama kendine saklı kalsın, annenle de ben konuşurum”.

Yani kısaca kadın benim işime yarayacak hiçbir şey söylemedi, hiçbir pratik tavsiye vermedi, onun yerine annemin dediklerinin neredeyse bir tekrarı oldu. Sokaktaki azıcık liberal görüşlü sıradan bir Türk insanı ne diyebilirse onu dedi. O muayenehaneden çıkarken bunları çok kafaya takmadım ama sonra bu yaşadığım deneyimi düşündüğümde, bu mudur yani İngiltere’lerde bu konularda doktora yapmış bilmemne uzmanı anlı şanlı psikolog teyzenin söyleyeceği diye düşündüm, kadına çok fena kızdım.

Neden?

Bir kere “kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor” lafı baştan sona düpedüz yalan. Bu eşcinsellik konusunu sadece seks olarak gören, sığ, dar kafalı, statükocu, baskıcı ve “aman kimse duymasın”cı bir bakış açısının yansımasından başka bir şey değil. Kimse kimseyle nasıl cinsel ilişkiye girdiğini ortalarda anlatmıyor belki gerçekten, tamam ama, eşcinsellik sadece cinsel ilişkiye girmek değil ki, kendi cinsiyetinden bir kişiden hoşlanmak, onla cinselliğinin yanında hayatını da paylaşmak istemek, eşin olmasını istemek, hayatın güzelliklerini de zorluklarını da beraber göğüslemek istemek, onu hayatının en önemli parçası haline getirmek istemek demek. Yani insanlar niye eş seçip evleniyorsa o ihtiyaçları paylaşmak istemek demek. Benim bir erkek arkadaşım olduğunda, ben onunla sadece seks yapmıyorum ki. Karşıcinsel bir ilişki de, belki sadece ilişkilerinin seks boyutunu dört duvar arasında yapıp başkalarıyla paylaşmıyor ama bunun dışında herşeylerini başkalarıyla paylaşıyorlar; beraber ne yaptıklarını, ilişkilerinin durumunu, sevgilerini, kavgalarını vs. başkalarıyla gayet enine boyuna paylaşıyorlar. Eşcinseller ise genel olarak bunlardan mahrum kalıyorlar kendi kabul eden arkadaş ortamlarını oluşturamadıkları sürece. Bu konuları bilmeyen, konuşmayan, fikir vermeyen psikolog, İngiltere’de doktora yaparken ne çalışmış çok merak ediyorum, “klasik heteroseksist statüko nasıl korunur?”u mu?


Valla o psikolog kadının o günkü tavrından şu anda nefret ediyorum bu nedenlerden dolayı ama bu eşcinsellikle ilgili konular, hep iki uçlu düşünülmesi gereken sıkıntılı konular, zira gittiğimiz psikologun “senin tedavi olman lazım, buraya onbeş seans terapiye gelmen lazım, ben seni iyileştiririm hiç korkma” diyen sahtekar bir çıkarcı olma ihtimali de vardı, böyle kendini psikolog diye satan tipler yok değil, üstelik annem özellikle böyle bir psikologu da seçebilirdi.

Psikologun muayenehanesinden çıktığımızda annem psikologun bir daha benle ne zaman görüşmek istediğini sordu, ben de kadının bir daha görüşmeye gerek olmadığını söylediğini, sadece seninle bir seans daha görüşmek istediğini söyledim. Şaşırdı. Terapi falan olmayacak mı diye sordu, hayır dedim. Bir hayalkırıklığı daha yaşadı sanırım. Sonrasında başka bir şey konuşmadık, ben İstanbul’a geri döndüm, o şekilde kaldı. Bir sonraki seansa gitti mi gitmedi mi diye de sormadım bir daha, zaten konuşmak beni de onu da rahatsız ediyor.

Bu olaydan sonra bir daha bu konu hiç açılmadı, ne ben bir şey söyledim ne o. Cinsellik, romantik ilişki, yalnızlık vs. konularına değinecek hiçbir şey de açmadı. İşin enteresan tarafı babam da hiç bu konulara girmiyor. Zaten öyle sorgulayan biri değildi, bir kere bile evlenme, kız arkadaş, şu bu muhabbeti açmıyor, konular bazen başkalarının o durumlarına gelse de. Biliyor veya hissediyor sanırım. Hiç bilmiyorum.

Anneme açılma konusu da gene iki uçlu düşünülmesi gereken bir konu. Belki annem bana pek destek oldu, acılarımı, sıkıntılarımı paylaştı diyemem, ama bir başka arkadaşımın anlattığı gibi, annesine söylediğinde “benim böyle evladım olmaz olsun, bir daha gözüme gözükme” tarzı ağır ve bir insanın annesinden duymak isteyeceği son sözler tarzında şeyler de söylemedi. Sanırım anneme bana yardımcı olmadı diye kızmak yerine, böyle dramatik boyutlara taşımadı diye şükretmem lazım geliyor.

Bir keresinde bana “benim başıma gelebilecek herşey geldi” demişti, neyi kastettiğini de anlamıştım. O laf aklıma geliyor bazen ve sinirleniyorum, “ne geldi ulan, oğlun adam mı öldürdü, dolandırıcı mı oldu, tecavüzcü mü oldu, felç mi oldu, kötürüm mü oldu, altını mı siliyorsun, akıl hastası mı oldu, hayırsız mı çıktı, paralarını mı yedi, seni mi dövdü, ne geldi????” diye düşünüyorum. Ne var yani, alt tarafı eşcinsel bir oğlun var ve hasbelkader bunu sana söyledi, yoksa akıllı, tahsilli, işinde gücünde, kimseye yük olmayan, zararı olmayan, evin yükünü çeken, herkesle iyi geçinen, el üstünde tutulan biri oldu. Bunları görmeyip de böyle karalar bağlamış hallerine ifrit oluyorum ama sonra “ya daha kötüsü olsaydı” diyip susuyor, şükrediyorum. En azından beni reddetmedi, bana artık oğlum değilsin demedi, beni zorla tedavilere sürüklemedi vs.

Bu durumları böyle detaylı yazdım ki belki oralarda birileri bu konularda kafa karışıklığı yaşıyor veya yalnız olmadıklarını görmek istiyorlarsa, bunları okusunlar bilsinler. Zor şeyler yaşadım, bu deneyimler boşa gitmesin, başkaları da okusun, bakış açısı elde etsin isterim.

Sevgiler. 

28 Temmuz 2015 Salı

Arkadaşlar iyidir

Bazı eşcinsel kişiler tanıdım, bütün iyi arkadaş çevresi ya eşcinsel ya da "fag hag" denilen, eşcinsel
erkeklerle takılmaktan fena halde hoşlanan kadınlardan oluşuyordu. Öyle rahat tiplere çok özeniyorum zira ben hiç öyle olamadım, olmak isterdim ama zira çok eğleniyor gibi duruyorlar :)

Bazılarının da arkadaş çevresi eşcinsel, karşıcinsel, şu bu farketmeden oluşuyordu. Yakın arkadaş gruplarına da açıktılar, rahattılar, arkadaşları rahattı, rahat olmayanlar siktirip gitmişti, ortamlar keyifliydi. Böylesi çok daha sağlıklı olabilir.

Bir de bazı eşcinseller tanıdım ki, onların bırak eşcinsel arkadaşı olmasını, eşcinsel kişilere aşağılayarak bakan, eşcinselliği ya sadece seks, ya da sadece sevgililik olarak gören, kimi eşcinselliğini kabul etmeyen, kimi çevresindeki herkese saklı olan, sıkıntılı tiplerdi. Bu tip kişiler zor oluyor, bulaşmıyoruz.

Benim durumum ise biraz daha vahim.

Karşıcinsel neredeyse hiç bir arkadaşıma açılmadım, uzun yıllardır tanıdığım en yakın arkadaşım benim bilgisayarımdaki pornografik bir resmi görmesine rağmen ona söyleyemedim (o da uzatmadı), ilk kendi eşcinselliğimi kabul ettiğim dönemde paylaştığım eski kız arkadaşım benle görüşmeyi kesti falan. Bazen bir iki yakın arkadaşıma söylesem çok güzel olur diyorum, beni çok seven iyi arkadaşlarım var, hatta biri psikolog, ona rağmen söyleyemiyorum, artık nasıl bir korku yer ettiyse içimde. Birine söylesem, açılsam da nasıl birşey olduğunu keşfetsem diyorum bazen. Bazen çok sıkıldığım anlar oluyor, herkes bana romantik hayatlarını anlatırken benim hiç bir şey anlatmıyor olmam, sorana sevgilim yok demem falan aslında ne hoş bir durum, ne de dürüstlüğe, arkadaşlığa sığıyor. Öte yandan valla yaşadığım travmalar da insanlığa sığmıyordu, o yüzden kendimi mazur görüyorum, ama söylesem kendime iyiliğim dokunacak. Ama işte...

Eşcinsel camiadan arkadaş edinme konusunda ise başarılı olduğum söylenemez. Şu anki geldiğim noktada, yaşı benimkine yakın, yakın arkadaş konumuna iyi kötü sokabileceğim bir tek kişi var, onla da neredeyse tanışalı 4 yıl falan olduysa da hiç yüzyüze görüşmedik! Evet, bu absürd bir durum farkındayım, ama onla telefonda sık sık olmasa da uzun uzun konuşmak çok iyi geliyor ikimize de. Niye hiç yüzyüze görüşemedik? Çünkü kendisi ülkenin öbür ucunda oturuyor ve bir türlü gelmedi, benim de gitme fırsatım olmadı. Kendisi gayet hoş bir tipi, iyi bir mesleği olan, eşcinselliği ile barışık sayılabilecek ama öyle kimseye de açık olmayan, eşcinsel camia ile pek içli dışlı da sayılamayacak (gerçi yaşadığı şehrin de bu duruma pek bir olumlu katkısı yok) biri. Bir de her nedense evli erkeklere ilgi duymaya başladı bu aralar, o kısım çok tehlikeli. Bana bu konuda akıl danışıyor, ben de en anaç tavrımla "abi mal mısın, biraz mantığını kullan, adam dünyanın en iyi insanı olsa bile ne farkeder, napıcan evli adamla, beraber Hollanda'ya mı kaçacaksınız?" diyorum. Bu evli erkeklerle ilişkiye giren ve hala sevgili olmayı umut eden klinik vakalar ile ilgili detaylı bir yazı yazılabilir.

Bu arkadaşımı Grindr adlı rahmetli olmuş uygulama sayesinde tanımıştım, sonra muhabbet uzadı, Msn'e düştü, bana eski kız arkadaşını, sonra da eski erkek arkadaşını anlattı uzun uzun. Hatta eski erkek arkadaşı Ayşe Arman'a eşcinsellik hakkında röportaj bile vermiş; o röportajı okumuştum daha önceden, gayet içten hoş bir adamdı konuşan. Neyse, benimkiyle telefonda konuşurken çok eğleniyoruz, yüzyıllık arkadaşmış gibi geyik çeviriyoruz, ama o da "böyle çok iyiyiz yıllardır ama ya birbirimizi yüzyüze görüp vakit geçirdiğimizde birbirimizden fazla hazzetmezsek" diyor. Ben de "valla kim takar, ben bu tür şeyleri dert etme yaşlarını çoktan geçtim, hiç öyle birşey olmaz, olsa da bana koymaz, otobüsüne bindirir gönderirim" diyorum, gülüyoruz. Garip birşey böyle "sanal arkadaş" durumları ama telefon ve internetin olduğu dönemlerde artık çok da garipsenmemeli. Hele ikimizin de çok fazla derdimizi anlatabileceğimiz başka arkadaşlarımızın olmadığını göz önünde bulundurursak.

Bunun dışında, düzgün bir arkadaşlık için genelde kabul etmeyi rahatsız edici bulsak da gerçek olan, benzer aile yapısından, benzer sosyo-ekonomik durumdan, benzer karakterden ve eşcinsel olan arkadaşım pek yok. Olan ve çok sevdiğim birisi benden 10 yaş küçük, muhabbet güzel ama yani tam süper kanka durumları oluşmuyor. Bu arada elbette bulamamamın nedenlerinden biri de artık arkadaş bulma arayışı içinde olmamam, eşcinsel tanışma uygulamalarında olmamam, ortamlara takılmamam vs. Bir ara buna fena halde kafayı takmıştım, "ben başka eşcinsellerle arkadaş olacağım" diye, ama hem tanıştığım, buluştuğum kişilerle muhabbet fazla ilerlememişti, hem de sitelerde ve uygulamalarda bu arkadaşlık isteğimi belirttiğimde "buralarda sosyalleşmeye mi çalışıyorsun, aslında seks arıyorsun da utandığın için mi arkadaşlık bahanesi altına gizliyorsun, senin hiç başka arkadaşın yok mu buradan arkadaş mı bulunur" şeklinde kibarları ve burada yazmayacağım kibar olmayan cevapları alınca, insanın o hevesi oldukça kırılıyor. Eşcinsellerin gerçekten arkadaş olabilecekleri, birbirlerinin kişiliklerini, zevklerini, hayata bakış açılarını yansıtabildikleri profilleri olup başkalarını da sadece fotoğraflar üzerinden değerlendirmedikleri, düzgün siteler (manjam, romeo gibi) maalesef mobil teknolojinin yaygınlaşması ile popülerliklerini yitirdi, Hornet gibi resim odaklı uygulamalardan da düzgün, mantıklı insan ayıklamak oldukça zor.

Eşcinsel bireylerin seks odaklı olmayan, düzgün arkadaş ilişkileri geliştirebilecekleri, başkalarını tanıyabilecekleri, sanal veya değil, ortamlar yaratma projem var. Bu konuda aslında İstanbul'da Lambda fena olmayan bir ortam sunuyordu, ama İstanbul dışında nasıl olur bilmiyorum. Boston Eşcinsel Erkekler Korosu gelmişti, eşcinsel rugby takımları, eşcinsel kitap kulüpleri falan biliyorum yurtdışında, bu tür şeyler aslında burada da bir şekilde yapılsa çok harika olacak ama, nasılını araştırıyorum hala. Ayrıca insanların dertlerini paylaşabilecekleri bir sanal ortam, belki Trevor Project gibi bir chatleşme ortamı da düşünüyorum da, henüz kafamda proje aşamasında. Bu işlerden anlayan veya hevesi olan birilerini bulsam da birlikten güç doğar yapsak diye umuyorum ama kime nasıl ulaşabileceğimi de pek bilmiyorum. Bu blogu yazmak aklıma geldi sadece, belki bana ulaşanlar olur.

Selamlar.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Cinsellikte ne seviyorum?

Bu konu aslında biraz fazla özele girmek gibi olacak ama burada dikkat çekmek istediğim, insan cinselliğinin ne kadar farklı olabileceği.

Cinsel olarak nelerden hoşlanıyorum sorusuna güzel bir yüz, güzel bir vücut demek çok klasik, banal bir cevap olur herhalde ama öyle. Sarışın erkekler ilgimi çekiyor evet ama şart değil. Renkli gözler ilgimi çekiyor ama şart değil. Ama güzel bir yüz ilgimi çekiyor ve bu bir şart. Adamın yüzü hoşuma gidecek kesinlikle. Bir de fazla sert hatlar değil, daha mülayim hatlar, daha yumuşak, şefkat dolu bakışları seviyorum.

Vücut konusunda, evet kaslı, yapılı, fit vücutları seviyorum. Kimileri göbekli tipleri seksi buluyor, ben pek öyle değilim. Üzerimde kaslı, yapılı, büyük güçlü kemikleri olan birisine dokunmak çok baştan çıkarıcı.

Bir meme fetişistiyim sanırım, erkek memeleri benim aklımı başımdan alan tek şey. Ne kadar büyük, o kadar iyi. Beni baştan çıkarmak için en büyük unsur bu, meme. Çoğu eşcinsel için garip birşey gözlemlediğim kadarıyla. Memeleri izlemek, onlara dokunmak, saatlerce emmek, ısırmak, yalamak. Bunlar benim zevklerim. Meme uçları aslında oldukça hassas ve iyi uyarıldığında çok zevk veren organlar. Memelerinden hiç zevk almayan biriyle beraber olmuştum, herhalde iyi bir partner olamazdık asla seks konusunda.

Bu meme işinin neden bu şekilde bende olduğunu bilmiyorum. Freud'a göre bebekliğimde oral dönemimde yaşadığım bir travma olabilirmiş, pek bir travma hatırlamıyorum gerçi. Bu meme fetişistliği kendimi bildim bileli var, üstü çıplak bir erkek gördüğümde genelde memelerine kitlenirim. Bu meme görünce dayanamama durumu başıma iki kere iş açtı, birini anlatmıştım, öbüründe de bir arkadaşımı havuzda uzun uzun taciz etmişliğim var göya çaktırmamaya çalışarak. Ama anlaşıldı tabii, sonrası hoş olmadı.

Buna karşın erkek cinsel organına karşı ilgim sıfır. Bakmaktan, görmekten zevk almıyorum. Tutmaktan belki, o da karşıdakine zevk verdiğimi hissettiğimden. Oral seks yapmak bana göre değil, zerre zevk almıyorum, dolayısıyla pek zevk de veremiyorum. Bana yapılırsa da biraz zevk alıyorum ama uçmuyorum. Bu neden onu da bilmiyorum.

Kıl konusunda olsa da seviyorum olmasa da. Kılların yakıştığı erkek de var, maymun gibi duranı da. Kılsız erkeklerin de kimi güzel kimi değil. Benim için kıl çok belirleyici değil, ama olunca zevkle dokunurum adamı sevdikten sonra.

Başka pek bir fetişim yok herhalde. Güzel eller ve ayaklar kesinlikle artı puan elbette. Güzel elin tanımını yapmakta zorlanırım, zayıf ve narin olmayan, güçlü, kaslı eller ve kollar severim.

Ten rengi konusunda da her türlüsüne açığım, pek farketmez. Zenciler de seksi geliyor, beyazlar da. Asyalılar genel olarak pek çekici değil.

Vücut tipi olarak da kesin bir zevkim olmasa da benden kısa ve minyon erkekler de çok seksi gelmekte. Ama benden uzun veya benden iri olan kişilerle birlikte olmaktan da zevk aldım.

Davranış olarak kesinlikle nazik, bilgili ve kültürlü, hatta hafiften nerd. Konuşamadığım birisiyle beraber olmanın bir anlamı yok. Feminenlik, yok hayır, sempatik bile gelmiyor aslında.

Profil sitelerindeki fotoğraflarda gülümseyen güzel bir yüze tav oluyorum ben hep.

Anal seks konusunda da pek hevesli değilim. Eskiden belki biraz daha ilgiliydim, şimdi pek çekici gelmiyor.

Aktif-pasiflik durumuna insanlar çok önem veriyorlar, bunu pek anlamıyorum. Bence ilişkiyi hadi geçelim, güzel bir seks bile aktif-pasiflik sıkıcılığına indirgenmemeli, tabii bu bana göre. Aktif-pasiflik kavramlarını bilmeden yıllar yıllaaar önce dahi kendimi hiç ama hiç pasif pozisyonunda hayal etmedim, aklıma bile gelmedi bu, çok ilginç belki de. Penetrasyon durumlarını düşlüyordum ama ben hep aktif taraftım. Daha sonra pasif ilişkiyi de denedim ama hiç mi hiç zevk vermedi. Sanırım ful aktif denilen tiptenim. Bir arkadaşım "kendini ful aktif veya ful pasif gören kimseyle birlikte olmuyorum, kendilerini bir kapana hapsetmişler gibi geliyor, oysa seks özgür olman gereken bir yer" demişti. Ne demek istediğini anlayabiliyorum ve özgürlükleri savunan biri olarak katılsam katılacağım ama bana hiç uymuyor. Kimi eşcinsellerin de hayatlarının bazı dönemlerinde aktif olmaktan bazı dönemlerinde pasif olmaktan hoşlandıklarını okumuştum, olabilir bunlar da herhalde. Yine de benim için hiç önemli meseleler değil bunlar, ben seviştiğim kişiye dokunmaktan, sarılmaktan, okşamaktan daha büyük keyif alıyorum. Eşcinsel çiftlerin önemli bir kısmının hiç anal seks yapmadan yaşadıklarını da okumuşluğum var, o nedenle kafam da rahat.

BDSM konularına hiç girmedim, hiç de öyle şeylerle uğraşacak bir tip değilim. Belki porno izlerken zevk olsun diye ara sıra bakarım.

Yaş konusunda genelde 25-50 arası sanırım ilgi alanıma girebilen. Çok gençleri sevmiyorum ama olgun erkek hoş birşey bence.

Daha absürd şeyler, mesela bok yeme, üstüne işeme falan, aman aman, hiç öyle fantazilerim olmadı. Sanırım ben daha çok vanillacı dedikleri tiptenim.

Beni en mutlu eden cinsellik dokunmak, sarılmak, koklamak, öpüşmek, güzel sözler söylemek, okşamak, küçük küçük öpmek, kucağına kafamı koymak, sıcaklığını hissetmek, elele tutuşmak, kaşık pozisyonunda uyumak falan gibi çok naif şeyler. Ama mutluluğumu tavana vurduruyor bunlar. Bana da aynılarının yapılmasından hoşlanıyorum.

Gördüğüm kadarıyla ileri derecede tek eşliyim, çok sevdiğim tek birisi olsun, ona güven duyayım, hayatımı paylaşayım, birbirimizi iyi tanıyalım, her akşam kafamı yastığa koyduğumda rahat olsun içi, huzurlu olayım, sadık olayım modundayım. İlk açıldığımdaki sapıttığım ara haricinde tüm hayatım boyunca da böyle oldum, bundan da memnunum. Kaçırdığım seksler gibi bir hayıflanmam yok, güven duygusu ile yapılan seks beni mutlu eden oluyor. Yoksa abuk subuk önüne gelenle yatmanın çok çabuk içinde bir boşluk duygusu yarattığını gördüm, bu bana acı verdi, bir daha öyle bir hayatım olsun istemem.

Sanırım cinselliğim konusunda söyleyebileceğim şeyler bunlar.

Açılma, Nam-ı Diğer "Coming Out" 2

Bir sene boyunca yurtdışında kalmış, bir takım arkadaşlıklarım olmuş ama romantik bir ilişkim hiç olmamıştı. Bir kıza biraz asılır gibi olmuş, ama kızın benle alakası olmadığı için pek bir işe yaramamıştı. Avrupa'nın ortasında, bir sürü yaşıtım gencin arasında, herkes birbiriyle sevişirken ve bana yattıkları kızları anlatırken ben onları bir sene boyunca dinlemiştim. O senenin sonlarına doğru bu yalnızlık beni derin bir depresyona bile soktu, babam yanıma gelmek durumunda kaldı. Neyseki çabuk atlattım zira yaz geldi kısa süre sonra ve herşey daha güzel gözükmeye başladı.

Avrupa'daki ikinci senemde bir başka ülkeye gitmek durumunda kaldım. Burada kaldığım yerde durum daha da vahimdi. Etrafımdaki kızların güzelliği muhteşemdi, etrafımdaki erkekler de bu kızları gayet rahat şekilde götürmekteydiler. Bir sevişme cennetinin ortasına düşmüştüm ama canım hiç bir şekilde biriyle olmak istemiyor, bir yılı geçkin süredir süren duygusal yalnızlığım bu cennetin ortasında beni boğuyordu. Hem de ne boğulma...

O ülkedeki dördüncü haftamda bir gün yine etrafımdaki herkesin birbiriyle yiyiştiği bir ortamdan kaldığım yurt odasına döndüğümde, her tarafımı sarmış ciddi bir duygusal krizle kafamı masamın üstüne dayayıp böhür böhür ağladım. Ama nasıl ağladım bir ben biliyorum. Kendimi o kadar yalnız hissediyordum, o kadar yalnızlıktan ölüverecek gibi hissediyordum ki... Bir süre sonra az biraz sakinleyince, bu işin böyle gitmeyeceğini, o çılgınlar gibi korktuğum eşcinsel dünyayı keşfetmek zorunda olduğumu orada anladım. Eşcinselliğimle yüzleşmek benim için dünyanın en zor şeyiydi. Onyıllar boyunca kendi ellerimle ördüğüm bir bastırılmışlık, korkular, endişeler, ağlamalar, hüzünler, içine atmalar, belli etmemeye çalışmalar duvarını kendimin aşması anlamına geliyordu bu. Avrupa'da işlerin daha da kötü gitmesinin sebebi, kendi ülkemdeyken iyi kötü bana her durumda destek olan bir ailem ve arkadaş grubumun olmasıydı, Avrupa'da yalnızlığım katmerlenmiş, bir de cinsel özgürlüğün daha yoğun olması kendimde fena halde bir eksiklik, yetersizlik hissi de yaratmıştı.

Kafamı masadan kaldırdığımda, google'dan gay bar diye aramaya karar vermiştim. Benim o sıraya kadar eşcinsellikle ilgili tek bildiğim şey, gay barların olduğu, eşcinsel arıyorsan oralara gitmen gerektiğiydi. On yıldır elinin altında internet olan, üniversite mezunu, araştırma yapmayı seven birinin, onca sene bir kez dahi eşcinsel dünya neymiş diye merak edip aramaması nasıl bir korkudandır, daha sonradan kendime hayret etmişliğim çok.

O noktada hissettiğim şey dünyamın yırtıldığıydı. Ya bu işi bütün cesaretimi toplayarak yapacaktım, ya da hakikaten delirecektim. Google'da yaşadığım şehrin adını gay bar diye ekleyerek yazdım. Karşıma çıkan sonuçları not ettim. Cuma gecesi en büyük barında bir parti olduğunu gördüm ve ona gitmeye karar verdim.

O cuma gecesi saat 8 sularında barın önündeydim. Bar fazla dışarıdan fazla enteresan bir yer gibi durmuyordu. İnsanlar gayet sakin içeri giriyorlardı. Yalnız kafamda gay bar imajı, insanların masaların üzerinde birbirlerini becerdikleri korkunç mekanlar oldukları için girmeye bir türlü cesaret edemedim ve evet, o kapının önünde, tam bir kezban modunda, tam 3 saat bekledim. Vallahi abartmıyorum. Dışarısı eksi bilmemkaç dereceydi, bir süre sonra da kar yağmaya başlamıştı ve ben ne girmeye cesaret edebiliyordum ne de "buraya girmeden buradan gitmeyeceğim" kararlılığında olduğumdan kalkıp gidebiliyordum. 3 saat o barın önünde evsizler gibi bekledim evet. Saat 11'e yaklaştığında ise korkularım üşümeme yenik düştü, biraz daha kalsam donacakmışım gibi hissettim ve içeriye, eğlenmeye gelen bir parti insanı olarak değil de, soğuktan donmak üzere olan bir kazazede moduyla girdim.

Kapıda giriş ücretini ödeyip paltomu verip içeri geçtiğimde tam bir hayalkırıklığı yaşadım. İçerisi oldukça boştu ve herhangi bir bardan zerre farkı yoktu. Elimdeki bilet ile bir içki alıp etrafıma bakındım, pek bir numara yoktu. Birisine insanlar nerede diye sordum, yukarıyı gösterdi. Tamam dedim, herhalde sikiş yukarıda dönüyor. Merdivenlerden yukarı çıktığımda gördüğüm manzara yine beklediğimden çok farklıydı. Oldukça klas bir yere geldiğimden, yukarıda farklı konseptleri olup farklı müzikler çalan bir kaç farklı büyük oda buldum. Biri disko modunda müzik çalıp insanların dansettiği bir yerken, birinde büyük bir piyanoyu çalan bir trans kadın yanında bet sesleriyle karaoke yapan adamlar vardı, birinde bir masanın etrafında bir sürü insan zar atarak bir oyun oynuyordu falan. Ortam gayet nezih, insanlar gayet düzgün tiplerdi. Normalde zaten gece hayatı sıfıra yakın bir tip olduğumdan, o tip ortamlarda zaten kasılan ben, ekstra kasılmış bir şekilde, tam olarak ne yapacağımı bilemediğimden bir kenara geçip karaoke yapanları izlemeye başladım.

Orada aptal aptal dikilirken, omzuma bir el pat pat vurdu. Kafamı çevirdiğimde ise karşımda okuldan tanıdığım bir başka Türk çocuk (E.) ile karşılaştım. O anda şoka uğramış, "eyvah, basıldık" havasına girmiştim, o ise gayet rahat bir şekilde "ay sen de mi burdasın, çok güzelmiş burası dimi? Bak ne kadar yakışıklılar var" dedi. Oğlanın rahatlığı beni de rahatlattı. Kendi kendime "benim eşcinsel olduğumu herkese mi söyleyecek, söylerse kendisininki de ortaya çıkar, aman zaten yurtdışındayız ne olacaksa olsun" şeklinde bir mantıksal çıkarım yaparak, endişelerimi bir kenara koymaya ve oğlan ne yapıyorsa ona takılmaya karar verdim.

O gece gayet güzel, olaysız, hatta E. ile karşılaşmış olmaktan dolayı fazlasıyla rahatlamış şekilde bitti. Tam o gece miydi hatırlamıyorum ama bir akşam onun odasında olduğumuzda E. ile, kendisiyle cinsel çekim olarak alakam olmamasına rağmen, birlikte uyumayı teklif bile etmişliğim oldu üstü kapalı. Kibar davrandı ve olur molur dedi ama yarım ağızlı olduğunu farkettim, ben de üstelemedim. Bunun nedeni ise o sıralarda ileri derecede sevilmeye olan ihtiyacımdı, bunu şimdi çok net görebiliyorum. Birinin sıcaklığında olmaya o kadar hasrettim ki, bana iyi davranan ilk kişiye sokulmak istemiştim. Çok kötü zamanlardı benim için. Neyse ki o dönemi kısa sürede ve oldukça "hızlı" şekilde atlattım.

Devamı gelecek...

Aktivizm

Geçmişi anlatmaya ara verip, şu anki düşüncelerimden bahsedeyim.

Kendi eşcinselliğimi kabul edip, bu özelliğimden dolayı ciddi baskı, şiddet, kabul görmeme, aşağılanma ve bunlara bağlı olarak başta kendine güvensizlik gibi çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığımın da ayırdına varınca, bende "ben çektim belki kendi çektiklerim başka birilerinin de benzer sorunları yaşamalarını engeller, en azından yalnız olmadıklarını anlarlar, sorunların üstesinden gelinebileceğini görebilirler" düşüncesi oluşmuştu.

Türkiye'ye döndüğümde İstanbul'da Lambda'ya gitmeye başladım. Çok muhteşem bir aktivist olduğumdan değil ama neler yapıldığını görmek amacıyla etkinliklerine katılmaya başladım. Çok sıkıcı ve bunalımlı eşcinsel filmleri gösterimleri vardı, ama oturup izliyordum. Filmler sonrası film hakkında tartışmalar yapıllıyordu. Fena değildi. Bundan başka atölye çalışmaları oluyordu çeşitli konular üzerine, onlar da fena değildi aslında, pek çoğuna katıldım. Bir dönem danışma hattında çalıştım, ama oldukça zorladı beni gelen sorulara cevap vermek.

Daha sonraları Açılma Toplantıları başladı ve bunlar muhteşem oldu. Lambda'nın ufak mekanı tıklım tıklım doluyordu zira aynı zamanda Listag'dan anne-babalar da gelip o toplantılara katılıyorlardı. Orada insanların açılma hikayelerini dinlemek, herkesin farklı farklı hikayelerindeki benzer temaları yakalamak, duygudaşlık kurmak çok güzel oluyordu. Gayet sakallı olup trans kadın olduğunu söyleyen biri, türbanlı olup nasıl annesine lezbiyen olduğunu anlattığını anlatan süper zeki bir kız, karşıcinsel olup, evli olup aynı zamanda ara sıra kadın giysileri giyip dolaşmaktan hoşlanan yakışıklı bir adam, ciddi derecede feminen olup hem ailesinden hem okuldakilerden sürekli sözlü ve fiziksel şiddet gören ve bunları gözyaşları içerisinde anlatan bir gence kadar bir sürü ilginç hikaye dinledim. Orada oluşan o ortam, o dayanışma, senin halinden çok iyi anlıyorum duygusu tarif edilemezdi benim için. Lambda'ya dair en çok özlediğim şey o müthiş samimi ve duygusal geçen Açılma toplantıları.

Neyse, Lambda'ya neredeyse bir buçuk yıl gittim geldim, etkinliklerine katıldım, hatta yönetim kurulu toplantılarına bile katıldım pek çok kez. Yalnız nedenini bilmediğim bir şekilde orada oldukça çekingen kaldım. Bir de kimseyle samimi bir arkadaşlık boyutuna getiremedim ilişkilerimi, kimseyle elektriğim mi uymadı diyim, nasıl açıklanır bu bilmiyorum. Dolayısıyla herhalde orada sessiz, pek çekingen bir tip olarak algılandım, öyle de kaldım. Tam olarak neden öyle oldum bilmiyorum, elbette bunda Lambda dışında sıfır açık bir hayat yaşamamın bir etkisi var. Bunun yanında eşcinsellik kavramının getirisi olan, toplumun her kesiminden insanın başına gelen birşey olduğu için, orada da değişik değişik kesimlerden insanlar bir aradaydı. Bu aslında iyi birşey çeşitliliği görmek bakımından fakat benim iletişim kurmamı, oradakilere kolay güvenmemi etkileyen birşey oldu ister istemez. Ama tüm bu durumlar benim beceriksizliğim kabul ediyorum, Lambda bana her yönüyle inanılmaz güzel bir deneyim yaşattı.

O sıralardaki düşüncem de şu olmuştu, madem bu kadar LGBT birey var, madem ortada bu kadar ayan beyan bir şiddet ve hak istismarı var, neden bütün durumu müsait LGBT bireyler bu tip dernekler altında bir araya gelmiyor, hak mücadelesine destek için elinden geleni yapmıyor, ufak da olsa bir katkıda bulunmuyor?

Bunun cevabını çok net kestiremiyorum hala. Kürtçülük yapıldığı algısı pek çok insanı iten ilk neden, benim orada olduğum sırada bunu pek hissetmemiştim ama benden önceleri yoğun şekilde Kürt milliyetçiliği sempatizanlığı olduğunu duydum şuradan buradan. Ben bu tür bir, LGBT hakları dışında olan bir konunun yoğun konuşulduğuna rastlamadım ama orada bulunduğum dönemde.

Daha sonra İstanbul'dan ayrıldım, Ankara'ya geldim. Lambda'da çok güzel zamanlar geçirdiğimden buradaki Lambda muadili dernek olan KaosGL'ye gittim. Ne yazık ki Kaos'un Lambda benzeri değişik aktivitelerden oluşan etkinlikleri, açılma toplantıları, dinamik bir yapısı yok gözüktü gözüme. Son derece sönük, fazla politik, fazla formal gözüktü, bir daha da ilgilenmedim burayla. Lambda İstanbul'a dair en çok özlediğim şeylerden biri, her ne kadar fazla aralarına karışamadıysam da.

Daha sonra It Gets Better projesi ile karşılaştım ve beni bayağı etkiledi. ABD'de intihar eden LGBT ergenlere umut vermek üzere Dan Savage ve kocası tarafından başlatılan ve kısa sürede çığ gibi büyüyen bu projenin ilk videosunda anlatılanlar tam beni anlatıyor demiştim.


Bu projenin pek çok destek videosunu izledim, Apple, Google çalışanlarının olduğu videolar özellikle çok güzeldi. Ana mesaj "ortaokul, lise zamanları sizin için çok zor geçiyor olabilir, ileri derecede şiddet görüyor olabilirsiniz, ama biraz daha sabredin, lise bitince yeni bir hayat başlıyor ve her şey daha iyi olmaya başlıyor, intihar etmek çözüm değildir".



Kendisi de intihar etmeyi ciddi ciddi düşünmüş, o derece bir umutsuzluk ve yalnızlıkla o yaşlarda boğuşmuş birisi olarak beni etkilememesi imkansızdı bu videoların. Daha sonra bu projenin çıkardığı kitabı da okudum, o da çok güzeldi.

Daha sonra bu videolar ve kitabı Türkçe'ye kazandırmak için bir girişimde bulunabilirim, bir internet sitesi açıp ilgi gösterebilecek insanlara duyurabilir, online bir topluluk oluşturup hem bir amaç uğruna LGBT bireyleri ve onları destekleyenleri bir araya getirebilir, hem de kimliklerini açıklamak istemeyen veya uzak şehirlerde yaşayan kişilerin de katkıda bulunmasına yardımcı olabilirim diye düşündüm. Bunu kısıtlı LGBT çevremdeki bir iki kişiye açtım ama fazla destek bulamadım. Ben kendim oturdum bir site yaptım fakat tabii duyurmasını nasıl yapacağımı bilemediğimden, desteğim olmadığından, bir de bu fikir mantıklı bir fikir midir, tutar mı, gerçekten hayal ettiğim gibi olur mu bilemediğimden o şekilde kaldı gitti.

Aslında belli bir amaç dahilinde LGBT bireyler için online topluluklar oluşturmak, ortak bir iş yapabilmelerini, bu arada da tanışabilmelerini, birbirlerinin deneyimlerinden faydalanabilmelerini sağlamak cidden önemli ve fark yaratacak bir adım olurdu. Türkiye'de online ve LGBT denilince seks arama forumlarından başka birşey yok. Seks arama forumuna dönüşmeden bir online topluluk kurabilmek için de belli bir amaca yönelik birşey üretmek gerekiyor, onun için de bu proje fena fikir gelmemişti bana ama nasıl yapılacağını bilemedim.

Şu andaki en büyük aktivizmim bu blogu yazıyor olmak işte. Aslında bu blog bile güzel bir adım bence zira inanıyorum ki her LGBT kişinin birbirinin hayat tecrübesinden öğreneceği çok şey var ve keşke herkes bu eksenli yaşadıklarını bir şekilde paylaşsa da okusak, öğrensek, dersler çıkarsak, hatta tartışsak, sorular sorsak. Bu konuda son derece önemli bir potansiyel ve ciddi bir ihtiyaç olduğunu görüyorum ama bunu nasıl harekete geçireceğimi bilmiyorum. Tek başına olacak şeyler değil bunlar biliyorum, aslında yine bir dernek altında örgütlenmek, oradan insanlar tanımak lazım, ama KaosGL bana hiç uygun gelmedi (belki sadece önyargı).

Hornet gibi "arkadaşlık" sitelerinde yüzlerce insan görüyorum, bu kadar insanın anlatacağı bir sürü şey olmalı, hepsinin cinsellikleriyle ilgili bir takım sıkıntıları, yaşadıkları sorunlar vardır, bunları paylaşmayı eminim isterler, ama doğru kanal nedir nasıl olmalıdır, kimlik vermeden dahi insanları nasıl konuşturabiliriz, bilmiyorum. Fikri olan var mı?

14 Haziran 2015 Pazar

Kızlar

İlk kız arkadaşım dersanedendi. Dersanedeki ikinci yılımda kısa zamanda popüler olmuştum zira hem dersane birincisiydim hem de vücut geliştirmeye gidiyordum, tipim iyice şekle şemale girmişti. Bu iki durum bende özgüven patlaması yarattı, özgüven de kızlara en çekici gelen şey olduğundan kolayca bir kızın ilgisini çektim.

Daha sonraları başka kızlarla ilişkilerimde de yaşayacağım şekilde, bu ilk kız arkadaşımla da onun isteği ile başlayan bir ilişki yaşadık. Kız başka bir şehirden gelmişti, dersane için yurtta kalıyordu ve yalnız olmak istemiyordu. Bense bir duygusal yalnızlık içindeydim ve o kızın romantik anlamda ilgisi bana inanılmaz iyi gelmişti. Sadece bir kaç ay devam etse de, bana pek çok deneyim yaşatan, çok güzel andığım bir ilişki olmuştu. Ben o duygusal açlıkla "seni seviyorum, seni çok seviyorum" deyip duruyordum, o ise daha akılcıydı, "zaten üniversiteyi kazanınca bitecek birşey, fazla abartma" diyordu. Böyle demesine çok bozuluyordum, ilişkimize hiç inanmıyor diye düşünüyordum, daha sonra da bu nedenle (biraz da kızlar konusunda götümün kalkması nedeniyle) onu dersane bitmeden bıraktım. Çok salaktım evet, ama zaten onun da fazla beklentisi yoktu, çok da üzüldüğünü sanmıyorum sevgili E.

Neden bir kızla beraber oldum? Öncelikle hiç bir şekilde bir erkekle beraber olabileceğimi düşünemiyordum. Ne böyle bir örnek görmüştüm, ne böyle birşeyi hayal edebiliyordum, ne de böyle birşeyin olabilme ihtimalinin olduğunu biliyordum. Gerçekten de cinsel fantazi kurduğumda aklıma sadece erkeklerle seks geliyor, erkeklerle duygusal bir ilişki kurulabileceği hiç bir şekilde aklıma gelmiyordu. Duygusal ilişkilerin sadece kızlar ile kurulabileceğini zannediyordum. Bunda elbette izlediğim her filmde karşıcinsel ilişkinin olması nedendi, etrafımda sıfır açık eşcinsel birey vardı.

Tam bu noktada enteresan olan bir noktayı vurgulayacağım. Ben o yaşlarda hiç eşcinsel seks (porno) de görmüş, izlemiş değildim. Ama nasıl doğal bir yönelim varsa, daha ortaokul yıllarımdayken bile eşcinsel seks fantazileri kuruyordum. Bu fantazilerde fiziksel olarak beğendiğim birisinin çıplak tenine dokunmak, onu okşamak, belki yalamak, kavramak, memelerine dokunmak, memelerini emmek gibi düşünebilmek için çok da seks bilmenin gerekli olmadığı şeyler dışında, penisimi karşımdakinin poposuna sokmayı da hayal ettiğimi hatırlıyorum. Bu durum şimdi düşününce çok ilginç geliyor zira daha önceden bırak eşcinselini, karşıcinsel seks bile çok az görmüş birinin anal seks hayal edebilmesi, bazı şeylerin fena halde içgüdüsel olduğunu ortaya koymakta. Gerçi benim hayallerimde gitgel yapmak yoktu, sadece penetrasyon (sokmak) oluyordu.

Benim daha sonra başka kız arkadaşlarım da oldu, gayet güzel giden ilişkilerim de oldu fakat durumum şuydu ki, kız arkadaşımla sevişiyor ama tek başıma olduğumda erkekleri hayal ediyor ya da eşcinsel pornosu bakıyordum. Bunu o sıralarda sorun olarak görmüyordum ama dengesiz bir durum olduğu kesindi. Hayır kadın bedeninden tiksinmiyorum, karşımdaki istekliyse, ona dokunmamdan hoşlanıyorsa, tenine dokunmak heyecan da veriyor, birine sarılmak, sıcaklığını hissetmek de çok güzel duygular, kız arkadaşımla beraber olduğumda ereksiyon da oluyorum ama durum şu ki, o birşeyler eksik duygusu her zaman oralarda bir yerde kalıyordu. Çok uzun süreli bir ilişki de yürütemedim bir türlü zira çabuk sıkılıyordum. 27 yaşına kadar aslında durumum çok da parlak değildi, kafam çorba gibiydi, ilişkilerim bir noktadan sonra hep kötü gidiyordu, zaten kendi isteğimle değil, hep karşı taraf istedi diye ilişki başlıyordu, ben de boşta kalmaktansa bunla çıkayım diyip çıkıyordum. Kızlara hiç bir zaman olması gerektiği gibi ilgi duyamadığım için, bazen uzun zaman boyunca yalnız kaldığımda, kendimi duygusal olarak boşlukta ve yalnız hissettiğimde, arkadaşlık yaptığım kızlara asılmaya çalıştım, bu şekilde pek çok arkadaşlık bozdum, tam bir aptal gibi davrandığım çok oldu, saçma sapan hareketler yaptım, verilen işaretleri doğru dürüst anlayamadığım için yanlış çıkarımlar yaptım, yanlış umutlara kapıldım, bana ilgisi olan kızların ilgisini göremedim falan, bir dünya saçmalık yaşadım. Tüm bunlar bende zaten ciddi derecede olan kendine güvensizliği daha da körükledi, iyice sarpa sardım. En son ve en uzun ilişkimi sürdürdüğüm kız arkadaşımdan da, evlenelim isteklerini kafamı toparlayamadığım ve ilişkiden iyice sıkılmış olduğumdan ayrılınca, artık iyice kafayı yiyerek yurtdışına kaçtım.

Kızlar konusunda geriye dönüp baktığımda gördüğüm şu, zorunlu olsam, ailemden ciddi şekilde baskı görsem veya bırakamayacağım denli iyi bir kızla o sıralar beraber olmuş olsam belki evlenmiş olabilirdim ama o ilişkinin çok sağlıklı, dengeli gideceğinden çok şüpheliyim. Zaten iyi yalan söyleyebilen biri değilim, duygularım da rahat okunur, bunalımsam hemen belli ederim, surat asarım. Olmazdı o iş, sonrasında da başta evlendiğim kişi olmak üzere çok kişiyi üzerek, hayatlarını mahvederek çıkmaya çalışırdım. Bilmiyorum böyle durumlar oluyordur, evlenmeye zorlanılan çok fazla eşcinsel erkek vardır bu ülkede, kimi iyi kötü götürüyordur, kimileri de yapamayarak boşanıyorlardır. Bu tür şeyler toplumda hasıraltı edildiği için ne kadar yaygın olduklarını bilemiyoruz.

Evlenmeyi düşünen ve belki burayı okuyan eşcinsel erkeklere ne tavsiye verebilirim? Valla bu konularda çok net yargılar çıkmasının ne kadar zor olduğunu biliyorum bir tek, o yüzden herkese uyacak tek bir çözüm yok, içinizde eşcinsel duygularınız varsa ve evlenmek durumundaysanız, o ilişki kesin yürümez, çok üzülürsünüz, üzersiniz demek çok kolay belki ama eminim bu durumda binlerce erkek var bu ülkede ve hepsi bir şekilde götürüyorlar, belki karıları da durumun farkında ve evlilik bu ülkede en önemli mesele olduğu için herkes katlanıyor. Tek diyebileceğim, zorunda değilseniz, bir şekilde kaçabiliyorsanız evlilikten, kendi kararınızı enine boyuna düşünüp kendiniz verin. Bu konuda çok ahkam kesmeyeceğim zira ben aşk doktoru değilim. Kendi eski kız arkadaşlarıma da diyebileceğim, hayır pişman değilim, o durumları maalesef yaşamak zorundaydım, sadece yolumu bulmaya çalışıyordum, sizi de kendi durumlarımı örtmek için hiç kullanmadım, kendimi bulduğum an kızlarla ilişkiyi kestim ve hiçbirinizi asla aldatmadım.

Lise yılları

Sanırım ben açılma kısmına biraz zor geleceğim zira bayağı bir dökülesim varmış. O günler geçeli beri düşünmediğim, hatırlamak istemediğim şeyleri yazmaya başladım, iyi mi kötü mü bilmiyorum ama biraz yüzleşme gibi oluyor, iyi olduğunu umuyorum.

Orta 3 yazını yazlıkta, yazlıktan hiç çıkmadan, evin içinde odamda maket yaparak geçirmiştim ananemle. Başka yaşıtlarımdan kaçarak, ananemin diğer teyze arkadaşlarıyla çay içerek falan. Ailemden kimse de bu durumu garip bulmamıştı, kimseye merak etmemişti. Kendinden nefretin, utanmanın dibine vurmuştum, kimse anlamamıştı. Aile dediğiniz şey aynı evde yaşayıp birbirinden habersiz olan insanlar topluluğu gibi geliyor bazen. Belki de bu yaşta birinin depresyonda olabileceğine ihtimal vermiyorlardı.

Liseye başladığımda aynı okuldaydım ama sınıflar gene karılmıştı ve en iyi arkadaşlarımın olduğu, sınıfın genelinin mülayim tipler olduğu, hiç iğrenç tipin olmadığı rüya gibi bir sınıfa düşmüştüm. Ne kadar rahatladığımı bir ben bilirim bir de Allah herhalde. O sene, daha sonra bütün liseyi yanyana oturarak tamamlayacağım, yine sarışın, uzun boylu, yakışıklı, okulun basketbol takımından bir çocukla aynı sıraya düştük. Onla iyi de bir arkadaşlığımız gelişti, beraber eğlendik falan ama okul dışında pek takılmadık. Doğrusu az biraz da kendini beğenen bir tipti, çok müthiş bir frekans tutması olmadı. Kimseye aşık falan olmadığım gibi ona da olmadım ama dedikodulardan eşcinsel olduğum söylentileri kulağına gitmişti ve kendinden biraz hoşlandığımı zannetti hep. Doğrusu çekici biriydi ama benim herhangi biriyle birşey yaşayacağım yoktu, o sıralar sadece tacizlerin bitmiş olmasına sevinmekle meşguldüm.

Enteresan şekilde, etrafımda her zaman fiziksel olarak hoşlandığım erkekler olmuş olsa da kimseye duygusal birşey hissetmedim, aşık falan olmadım, hala da o kendinden geçmeli, sensiz yapamamlı bir aşk yaşamış değilim, eksikliğini de hissetmiyorum, yapım müsait değil sanırım. Bu sevgililik konularına biraz akılcı yaklaşan biriyim sanırım.

Bir başka enteresan tespit ise hayatımın hiç bir döneminde bir kızlar grubu içinde olmadım, hatta üniversiteye kadar bütün arkadaşlarım erkekti, hiçbirisiyle de hoşlandığım için arkadaşlık yapmadım, arkadaşlıklarını sevdiğim için arkadaşlık yaptım. Hiç bir zaman en iyi arkadaşım bir kız olmadı. Bunlar eşcinsel stereotipidir ya, ondan belirtme ihtiyacı hissettim.

Neyse Lise 1'de, bir önceki sene ne kadar kötüyse o sene de o kadar güzel geçti, benim notlarım fırladı gitti, başarılı bir öğrenci oldum. Sonraki sene sınıflar biraz daha karıldı, iyi arkadaşlarım gittiler, sıra arkadaşımla başka bir sınıfta buldum kendimi, bu sınıfta bir takım sataşan tipler olduysa da çok ciddi birşey olmadı. Sanırım biraz o kontrol edemediğim feminen tarafım silinmeye başlamıştı. Lise son sınıfa geldiğimde ise hiç beklemediğim birşey oldu, okul tarafı yine rahatlamıştı ama bulunduğum şehirde gidebilecek bir trilyon dersane varken, kaydımın yapıldığı küçücük dersanenin ilk günü ortaokuldaki orospu çocuğu ile aynı yere düştüğümü öğrenmem oldu. Dehşete kapılmıştım ve kısa süre içerisinde korktuğum başıma geldi ve beni, bir sene boyunca dipdibe yaşayacağım insanların ortasında küçük düşürdü ve ben karşılık veremedim. O sene son derece silik, korkarak geçti, sonrasında da üniversiteyi kazanamadım.

Hayatımda bana yamuk yapan pek çok kişi oldu ve hepsini iyi kötü affettim ama bir tek bu kişiyi hiç bir şekilde affedemem sanırım. Elbetteki onun saldırılarına yanıt vermesi gereken kişi bendim, belki de bir kavga ile çok kolay altedebilirdim ama derinden inanılmaz bir utanç ve suçluluk yaşamaktaydım, hiç bir şekilde karşılık veremedim ve onun bu durumdan yararlanmasına da izin vermiş oldum. Bu satırları yazmak gerçekten de zihnimin derinliklerine gömdüğüm yaraları tekrar kazımak anlamına geliyor ama bu yaşadıklarım belki birilerinin işine yarar, birileri ders çıkarır, birileri yakınlık hisseder, yalnız olmadığını bilir, belki birileri çıkar ve okullardaki akran zorbalığı (bullying) denen belayı önlemek için bizim ülkemizde de önlem almayı düşünür. Yaşadığım bu acılar boşa gitmemesini dilerim, belki ileride LGBT çocukların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak başka şeyler de yapabilirim, ama şimdilik kendi yaşadıklarımı yazmam da iyi bir fikir geliyor bana.

O sene bitti, ertesi sene tekrar dersaneye gittim ve vücut geliştirmeye başladım. Okul bitmişti, dersanede orospu çocukluğu yapacak kimse yoktu, çılgınlar gibi derslerime çalışmaya ve de spora abandım. O yıl da hayatımın en güzel yılı oldu, dersane birincisi oldum, çok iyi bir üniversiteye girdim, vücudum gayet fit ve taş gibi oldu.

Bir de o yıl ilk kız arkadaşım ve cinsel ilişkim oldu...

İlkokul ve Ortaokul Yılları

Fazla uzun bir girizgahtan sonra, konunun sadedine, yani benim açılma hikayeme geleyim.

Ben o kadar zor açıldım ki, yani herhalde ancak o kadar zor açılınır. Yok, abartıyorum belki, eminim ne hikayeler vardır daha ama benimki de benim için gayet acı dolu, çok sıkıntılı bir süreç ile gelişti. Bizi öldürmeyen şey bizi güçlendirir diyelim bari avunmak için.

En önemli şeyi en başta söyleyeyim. Ben 27 yaşında açıldım. O zamana kadar eşcinsel ilişkim hiç olmadı, en ufak yakınlaşma, en ufak bir macera, en ufak bir kaçamak vs. Görüp okuduklarımdan çıkardığım sonuç ise, bunun çok geç veya çok erken olmadığı, sadece o şekilde olmuş olduğu. Çok garip değilim bu açıdan, zaten bahsettiğim gibi, 7 milyar insan varsa 7 milyar da cinsellik var.

Şimdi baştan alayım. Bu blogun ilk yazılarında da bahsettiğim üzere, benim cinsel dürtülerim de, her sağlıklı insan gibi, çok küçük yaştan beri vardı. O dönemlerde sadece onların cinsellik olduğunun farkında değildim. İlkokula başladığımda gayet cüsseli, haşin, beni rahatsız edenleri döven, sınıfın etkili kişilerinden biriydim. Daha sonra enteresan şekilde bu durum değişmeye başladı. Bana sınıftaki gıcık
tiplerden birinin "kız bu yaa" türünden bir lafı dediği ilk dönem İlkokul 3'tü. Bu çocuğun beni bu tip laflarıyla cidden rahatsız etmesi ise İlkokul 4 ve 5. Tam olarak neyi görüyordu bilmiyorum ama herhalde bir takım feminen davranışlarım oluyordu ve bunu ben farkedemesem de o ve onun gibi tipler farkedebiliyordu. Sonradan okuduklarıma göre fena halde tipik bir gelişim bu. Siz kendinizdeki farklılığı farkedemeden, başkaları sizin farklı olduğunuzu farkedip aşağılamaya başlıyor. Zaten çocukluk dönemi, çocukların birbirlerini farklılıklarından ötürü aşağılamaya bayıldıkları bir dönem ve bir eşcinselin en savunmasız, en durumu kavrayamayıp kendini durumlara göre korumayı bilemediği dönem bu rezalet ergenlik dönemleri, 10 ile 15 yaş gibi dönemler.

Ben bu elemanın "kız, kız" laflarından rahatsız olsam da, sonradan "kız bu ya" lafları başkalarına da yayılmış olsa da, yine de ilkokul dönemi çok da fazla sıkıntılı geçmedi. Ayrıca ilkokul dönemimde bende cinsellik işi uyanmadığı için, bu lafları fazla içselleştirmiyordum. Yalnız artık hakkaten ne değişiyorsa, benim bu haşin hallerim yerini daha uysal, kavga etmekten kaçınan, kendi halinde sevdiği arkadaşları ile takılan hallere bıraktı. İlkokul 5'in son günlerinde, bir sabah okul töreninde,
sınıftan sevdiğim iki kızın bana 5 tane soru sorup, ki sorulardan tek hatırladığım "bacak bacak üstüne nasıl atarsın, üst bacaklar birbirine değecek şekilde mi, arada boşluk bırakarak mı?" şeklinde bir soruydu ve ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum ama bu test benim ne kadar kız olduğumun testiydi ve aşağı yukarı 3 parça erkek, 2 parça kız gibi birşey çıkmıştım. Bu teste cevap verirken aslında bu testin altından ne çıkacağını az çok sezmiştim sanırım ama yine de yanıtlamaya devam etmiştim zira o kızları (adları R. ve T.) çok severdim, beş senedir süren güzel bir arkadaşlığım vardı ve bana böyle birşey yapmayacaklarını düşünmüştüm sanırım. Tam olarak neler düşündüğümü falan pek hatırlamıyorum, üzerinden 20 sene geçmiş şeyler, ama o testin sonucunu söyleyip bana güldüklerinde gururumun ciddi derecede incindiğini hatırlıyorum. Sanırım ilkokul dönemimde bu konuyla ilgili bana en çok dokunan anı bu. Eminim eşcinsel bireylerin çoğunun böyle anıları var ve çoğu da tekrar o günleri deşeleyip bu tip şeyleri yeniden hatırlamak istemez ama benim bu blogda bunları yazasım, bütün anılarımı deşesim var. Belki birilerine birşeyler ifade eder bu durumlar.

Neyse, sonra fazla bir yara almadan ilkokul bitti ama ne olduysa, ortaokul için başka bir okula geçmem ile başladı. Sınıfa başlar başlamaz, başını bir kişinin çektiği, birkaç kişiden oluşan zorba bir gruptan "top" laflarını yemeye başladım ve bu durum benim fena halde ağırıma gitti. Zaten yeni okulda, ilkokuldan gelen arkadaşlıkların networküne dahil olmaya çabalıyordum, ilkokuldaki beni seven, kollayan arkadaşlarım gitmişti ve bana top denilmesinden ileri derecede alınmaya ve incinmeye başlamıştım. Bir de ortaokul ile birlikte benim de cinsellik ile ilgili hislerim uyanmaya başlamış, top kelimesinin tam anlamını (erkeklerden hoşlanan erkek) anlayabilir duruma gelmiştim, bunun ne getireceğini çok bilmesem de toplum tarafından feci yanlış birşey olduğunu öğrenmiş, bundan fena halde korkar duruma gelmiş, ne pahasına olursa olsun bunun anlaşılmaması için uğraşmam gerektiğini farketmiş, bunun ulu orta söylenmesinden dolayı da bu nedenle acaip derecede utanır olmuştum.

Ben ilk defa ortaokulda gerçekten erkeklerden hoşlandığımı farketmiştim. Elbette daha önceden de, önceki yazılardan da okunabileceği üzere, erkeklerden hoşlanıyordum ama ortaokulda ilk defa bunun cinsellik denen şey olduğunu idrak edebilmiştim. Ki bu da çok normal bir seyir, genelde erkek çocukların cinsellikleri farkedişleri 12 yaş civarı oluyor, kimilerinde biraz erken kimilerinde biraz geç. Zaten ilkokulun 5 sene olarak kurgulanmasının altında yatan mantık da bu, çocukların cinsellikleri uyanana kadar beraber okusunlar vs. Neyse, gayet net hatırladığım bir başka şey de ilk boşalarak biten mastürbasyonumun Ortaokul 1'de olması. Daha önceden de penisimle oynadığımı ve bundan değişik bir zevk aldığımı hatırlıyorum ama boşalmak farklı bir şeydi benim için. Show TV'de Vahşi Orkide adlı sevişmeli gerilim filmini, prime time gibi bir zamanda odamda izliyordum ve Mickey Rourke ile Carre Otis'in seviştiği bir sahnede boşalmıştım. Tam olarak hangi oyuncu beni daha çok tahrik etmişti hatırlamıyorum ama o denemler Mickey Rourke gayet taş bir abimizdi. Penisimden gelen beyaz renkli sıvıyı görmüş, daha önceden bu konu hakkında kimseyle konuşmamış, hiç bir şekilde haberim olmamış olduğu halde bu durumu çok normal karşılamıştım. Niye bilmiyorum, içgüdüsel olabilir.

Konuyu süper dağıtıyorum ama olayları sıralı anlatayım dedim. Olayın özü, o dönem cinsellik kavramı ile tanışmış, sınıfta bu iğrenç çocukların grubundan hemen hemen her gün sözlü aşağılama görmeye başlamış, kendi durumumdan inanılmaz derecede korkmuş, nasıl başa çıkılacağı konusunda hiç bir fikrim olmadığı için de, o dönem bana en mantıklı gelen yol olarak davranışlarıma aşırı derecede dikkat etmeye, fazla kıpırdamamaya, fazla konuşmamaya, fazla gülmemeye, iyice içime kapanmaya başlamıştım. Yine de birkaç iyi arkadaşım olmuştu (M. ve T.) ve onlarla birşeyler yapıyor, bir grup içine dahil olma ihtiyacımı karşılıyordum. Bu durumdan dehşet şekilde korktuğum için de aileme veya bir başka kişiye asla anlatamazdım, anlatmadım da.

Bu yazı fena halde uzayacak ama kendi blogum, anlatayım. Ortaokul 2. sınıfta eşcinselliğimle ilgili 27 yaşıma kadarki iki deneyimimden birini yaşadım, ona da ne kadar deneyim denebilirse. O sene sınıfımıza gelen, hafif sarışınca, esmer tenli, zayıf bir çocuk olan F. ile aynı mahallede oturuyorduk, birkaç kez evine başkalarıyla beraber gitmişliğim, oyun oynamışlığımız, ders falan çalışmışlığımız vardı. Bir gün evine tek başıma, sadece muhtemelen bir ödevi, birşeyi almak üzere kısa süreliğine gitmiştim. Evin içerisine girdiğimi, tek başımıza olduğumuzu, bana ödevi mi, artık neyi verecekse verdiğini hatırlıyorum. Sonra da ben gideyim demiştim, ayrılırken tam olarak nasıl oldu hiç ama hiç hatırlamıyorum, ama bir şekilde T-shirt'ünü kaldırmaya çalıştım, zira fena halde bir erkek memesi fetişim vardı (hala da tüm şiddetiyle devam ediyor gerçi). Bütün o bastırılmışlığı, korkuları falan nasıl alt edebildim de o hareketi yapmaya cesaret edebildim bilmiyorum. İki açıklaması var bunun, birincisi bu hareketimi kolayca "şaka yaptım"a vurma olasılığım vardı, ikincisi de cinsel dürtüler o kadar yoğun, o kadar bastırılması aşırı güç şeyler ki, bir yerden her şekilde patlıyorlar.

Neyse bu hareketim çocukçaydı ama farkedildi elbette. Hem açığa çıkacak olmaktan hem de cinsel bir arzudan heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çocuğun memesini gördüm mü hatırlamıyorum ama o hareketten sonra çocuk bana başımı kaldırmamı söylemişti, ben de kaldırmıştım, sonra boynumda birşey yaptığını hatırlıyorum. O sırada ne yaptığını anlamamıştım. Bir süre sonra çekildi, ben de başımı tekrar öne indirince, boynumda bir ıslaklık olduğunu farketmiştim. Ağzımdan çıkan söz "aa, sen yalamışın" oldu. O da gülümseyerek "evet" demişti. Ben yalanmış olmaktan çok zevk almadım sanırım, biraz da olayın absürdlüğü ile "neyse ben gideyim" deyip gitmiştim. Eve döndüğümde "ne yaptım ki ben şimdi" diye düşünmüştüm. Ertesi gün okula gittiğimde ise F. benle konuşmuyordu, öğleyin koridorda karşılaştığımızda ise ben ona selam vermiştim, o da bana daha önceden hiç demediği birşey olarak "top" deyip gitmişti. Durumun nedenini anlamıştım ve üzülmüştüm. Çok yakın arkadaşım olmasa da sevdiğim biriydi. Yaptığımdan utanmıştım gene. Gerçi benimkinden daha abartı bir hareket yapan oydu ama muhtemelen o akşam o da "acaba ben ne yaptım, ben de mi top oldum" diye düşünüp korkmuş olmalıydı.

27 yaşından sonra öğrendiğim gerçekler olarak, ben bu tip gerizekalı, safça deneyimler yaşarken, eşcinsel güruhun bir kısmının da aynen karşıcinsel güruhun bir kısmı gibi bayağı emmeli gömmeli, hiç böyle yok memesini gördün, yok boynunu yaladın gibi tırıvırı şeylerle yetinmediğiydi. Yine de çok üzüldüğümden değil, bu işlerin çok erken yaşta başlaması da hayırlı sonuçlar veren şeylerden değil belki de. Eşcinsellik gibi zaten sıkıntılı süreçleri olan bir durumun, hayatı fazla tanımadığın ve kendini çok savunamayacağın yaşlarda senin hayatında fazlaca yer kaplaması belki de oldukça tehlikeli olma potansiyeli olan bir şey.

Tamam, ortaokul bitsin yeni yazıya geçeceğim.

Ortaokul 3'te (orta son derdik) tüm sınıflar yeniden karılmıştı ve ben harika bir şans ile, bu bana sözlü olarak sataşmayı seven tiplerin başında orospu çocuğu ile aynı sınıfa düşmüştüm yine (bilmiyordum ki bu durum tekrarlanacaktı ileriki yıllarda). Yeni sınıfta yeni bir başlangıç yapma umudum da bu sebeple suya düşmüştü. Bu katıksız orospu çocuğu, sınıftaki diğer gereksiz tipler ile birleşerek bu senede bana saldırma işini iyice azıtmıştı. Bu arada ben neden olduğunu bilmediğim şekilde ilkokuldan beri bu saldırılara bir karşılık vermiyordum. Kendimi inanılmaz derecede ezik, güçsüz, korkak ve çaresiz hissediyordum. Neden bana saldıran tiplerle kavga etmekten bu kadar kaçındığımı hiç bir şekilde bilmiyorum. Belki içselleştirilmiş homofobi denen kavramla açıklanabilir ama cidden kendimi hiç kavga edebilecek şekilde göremiyordum, hiç bir şekilde de bu saldırılara etkili şekilde karşı çıkamadım, çıkmadım. Benim karşı çıkmamamı, tersine ciddi şekilde üzüldüğümü gören bu orospu çocukları da bana saldırdıkça saldırdılar doğal olarak. O sene işler iyice zıvanadan çıkmış durumdaydı, her gün ciddi şekilde aşağılanıyordum, bazen fiziksel şiddet de yaşadım ve ciddi derecede bir depresyona girdim. Her akşam kendimi nasıl öldürsem diye düşünür oldum, yollara baktığımda kendimi arabaların önüne attığımı hayal ediyordum falan. Orta 3 hayatımın en berbat yılı olarak geçti, okulda kendimi iyice izole hissediyordum, utancımdan çok az kimseyle konuşuyordum, kendimden nefret ediyordum ve ölmek istiyordum. 1995 yılıydı, o dönemin bütün depresif şarkılarını artık ne zaman bir yerlerde duysam aşırı derecede rahatsız oluyorum ve dinleyemiyor, katlanamıyor ve ya müziği kapattırıyor ya da ortamı terk ediyorum. Bunlardan biri Everything but the Girl'den "Missing", diğeri de Therapy?'den "Diane". Artık nasıl bir hasar bırakmışsa o yıl bünyede. Şimdi bu yazıyı yazarken her iki şarkıyı da açıp baştan sona dinledim 20 yıl sonra. Bundan sonra acıtmayacak bu şarkılar artık. I am cleaning my closet (Atilla Taş mode on).

Not: F. ile bir daha hiç görüşmedik, arkadaşlığımız orada bitti. Yıllar sonra facebook'tan onu aratmak aklıma geldiğinde bir kızla sarmaş dolaş profil resminin olduğunu görmüştüm. Şimdi tekrar baktım, tek başına duruyor ve evli gözükmüyor. Bilmiyorum eşcinsel miydi, biraz eğilimli miydi neydi.