3 Ağustos 2015 Pazartesi

Psikolog

Anneme açıldığımda, kendisi eşcinsel olmama çok üzülmüş, cinsel tacize uğrayıp uğramadığımı merak etmiş, kendince bu durumun nedenini bulmaya çalışmıştı. Dilimin döndüğünce bunun dışarıdan bir nedeninin olmadığını, kendimi bildim bileli böyle olduğumu anlatmaya çalışmıştım. Çok tatmin edici olmadı sanırım onun için. Bana bundan kimlere bahsettiğimi sormuştu, sanırım başkalarının duymasından da çekiniyordu.

Anneme açılmamın nedeni sanırım sıkıntılarımı paylaşacak ve bana akıl verecek birine ihtiyaç duymamdı. Kendimi geleceğim konusunda çok fena kafası karışık ve korkmuş hissediyordum, biraz yol gösterilmeye ihtiyacım vardı. Bunun için annem iyi bir seçim miydi, orası tartışılır, zira annem zaten hayatım boyunca öyle yol gösterici, benim sorunlarımı dinleyen, akıl veren biri olmadı, hala da değil. Bu şekilde açılınca ne yapmasını bekliyordum, “oğlum” deyip bana sarılmasını, karşılıklı uzun süre ağlaştıktan sonra birbirimize daha sıkı kenetlenmeyi, benim dertlerimi dinleyip “vay neler neler yaşamışın, bu süreçte sana yardımcı hiç olamamışım, ama bundan sonra yanındayım” demesini mi? Açıkcası tam olarak ne beklediğimi bilmiyorum, söyleyince sadece yıllardır içimde sakladığım şeyi söylemenin bu kadar kolay olmasına şaşırdım, o kadar.

Annemle ağlaşmadık, öyle çok fazla duygusallaştığımız da söylenemez. Hiç filmlerdeki gibi sahneler de yaşanmadı. Nedenini anlamak istedi, pek ortada somut neden olmamasına şaşırdı, bir sevgilim olup olmadığını sordu (var dedim), kim olduğunu merak etti (söyledim), başıma taciz, tecavüz olayı gelip gelmediğini sordu (hayır dedim), bunu başka kimlere söylediğimi sordu (kimseye dedim), babana ve başka kimseye söyleme dedi falan. Öyle sarılmalar, kucaklaşmalar, duygu dolu sahneler yaşanmadı, moron gibi bir konuşma oldu. Tabii herhalde çok üzüldü, hayal kırıklığı falan yaşadı. Değer miydi? Bilmiyorum, çok süper hesaplayarak yaptığım bir şey olmadı, biraz anlaşılmak, biraz desteklenmek, biraz da yol gösterilmeye ihtiyacım vardı ve bunu anneme anlatmazsam kime anlatabilirim diyordum. Üstünden geçen üç yılda faydası oldu mu diye soracak olursanız, aslında somut olarak hiçbir faydası olmadı, annemden beklediğim herhangi bir desteği aldım diyemem ama şu var ki, herhangi bir konuda yalan söylemiyor olmak, o saklanmışlığın birazcık da olsa yırtılmış olması beni biraz iyi hissettirmiyor değil. Değer miydi annemi üzmeye peki? Yani bu soruya cevap vermek çok kolay değil, anneler de öyle insanlar ki, mutlaka üzülecek birşeyler buluyorlar. Söylemesem dahi niye evlenmiyorsun, niye kız arkadaşın yok falan diye düşünür, üzülür ama bir şey belli etmezdi de, sormazdı da. Zor işler aile işleri.


Neyse, annem bana o gün, “ben sana bir psikolog bulucam, onunla görüşme ayarlayacağım, sen de İstanbul’dan geleceksin” dedi. Kabul ettim, olur dedim. Annemin hedefi belliydi, terapi görüp eşcinsellikten kurtarmak. Benim kabul etmeme sebep, hem annem ile bu konuları konuşabilecek belki bir ortam yaratılır, annem daha  çok öğrenir ve anlayış gösterir (belki sonunda aktivist olur, hayatının kalanını lgbt aktivizmine adar falan J), hem de belki psikolog yardımcı olur, bana yol gösterir, akıl verir, bir şey olur, kaybolmuşluk ve geleceğe dair güvensizlik hislerimden kurtulmama yardım edecek tavsiyelerde bulunurdu. Biraz fazla safmışım evet.

Ondan sonra annem bir gün daha benle kalmıştı ama hiç lafını etmedik. Sonra döndü, bir hafta sonra beni aradı, bir psikolog ayarladığını, haftasonu gelip görüşmemi istediğini söyledi. Ben de kabul ettim. O haftasonu geldim, bir cumartesi günü, iyi bir muhitteki psikolog hanımın muayenehanesine gittik. Annem psikologu internetten araştırarak bulduğunu, kadının bu konularda (konuların ne olduğunu falan açık söyleyemiyor) İngiltere’lerde doktoralar yaptığını, bu işin uzmanı olduğunu öğrendiğini, o nedenle seçtiğini söyledi. İyi dedim.

Neyse girdik içeri, bekleme salonunda oturduk, psikolog hanım bir süre sonra beni odasına buyur etti, annem dışarıda bekleme odasında kaldı. İçeri girdim, kadının gösterdiği tekli koltuğa oturdum. Kadın da kendi masasına değil de benim oturduğum yerin karşısındaki bir tekli koltuğa oturdu. Kadın 45 yaşlarında, normal tipli biriydi, elinde bir kupa içinden birşeyler içiyordu. Ben kendimi aslında çok rahat hissediyordum, çok gergin değildim. Kadın koltuğa gömüldü, elindeki kupayı iki eliyle tutup bana bakıyordu. Ben gayriihtiyari olarak bir bacağımı, bileğim dizime gelecek şekilde üstüste attım. Öyle dururken, bunun kadına ayıp olacağını düşünüp bacağımı indirdim ve:

- “Kusura bakmayın, bacak bacak üstüne atmamdan rahatsız olabilirsiniz” türünden bir şey dedim. Kadın istifini bozmadan, önündeki kupayı iki eliyle kavramış bakmaya devam ederek:

- “Yoo, ben de kahve içiyorum, sen bundan rahatsız oluyor musun?” diye karşılık verdi. Tam böyle deli muhabbeti ortamı oluştu yani. Kadın böyle filmlerdeki psikologlar gibi, beni obsesif-kompulsif bir şey gibi mi gördü nedir, test mi ediyordu da böyle gıcık bir soruyla cevap verdi bilmiyorum, ama bu cevap bana komik geldi. Kadını fazla sallamadım ve bacağımı geri üstüste atarak:

- “Yok niye rahatsız olayım, siz rahatsanız ben de rahatım” dedim ve sırıtmaya başladım. Kadın bir süre daha böyle “lütfen rahat olun, gevşeyin, çocukluğunuzdan başlayalım, siz kendinizi sorunlu görüyor musunuz vs.” tarzı, koltuğuna gömülüp gözlüklerinin üzerinden sorgulayıcı bakışlarla bakan klişe psikolog tavrını devam ettirdi. Hayatımda ilk defa psikologa gitmiştim, kendimi sorunlu görmüyordum, üstüne rahat da hissediyordum, sadece bana hayatımda yardımcı olacak bazı içgörüleri bu konular üzerinde deneyimi olan birinden alabilirim diye, pozitif bakarak oraya gelmiştim. Bu tavrımı konuşma ilerledikçe anlayan psikolog hanım, üstüne sorduğu sorulara, konuyu akademik olarak da fazlasıyla bildiğimi, Kinsey raporlarından kabulleniş teorilerine kadar bir dünya şeyi anlattığımı görünce, o baştaki “lütfen söyleyin, deli misiniz siz???” tarzı üstten bakar hali gitti, iki arkadaş, hatta bu konularda deneyimli iki meslekdaş muhabbetine dönüştü. Kendime açılma sürecimde, herşeyi detaylı merak eden ben, oturup bu konular hakkında on-oniki kitap, bir sürü makale devirmişliğim olup, üstüne Lambda gibi ortamlarda uzun süreli bulunmuşluğum da olunca, bayağı bir bilgi birikimi edinmişim, onları konuştuk. Ne konuştuğumuzun detaylarını hatırlamıyorum, üzerinden üç yıl geçti, ama sohbetin başı hariç çok tatlı geçtiğini söyleyebilirim. Öte yandan kadının hayatım için tavsiyesi şu oldu: “Kimseye ilan etme, kimseye söyleme, söylemek zorunda değilsin, kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor, sen de anlatma, ne yaşıyorsan yaşa ama kendine saklı kalsın, annenle de ben konuşurum”.

Yani kısaca kadın benim işime yarayacak hiçbir şey söylemedi, hiçbir pratik tavsiye vermedi, onun yerine annemin dediklerinin neredeyse bir tekrarı oldu. Sokaktaki azıcık liberal görüşlü sıradan bir Türk insanı ne diyebilirse onu dedi. O muayenehaneden çıkarken bunları çok kafaya takmadım ama sonra bu yaşadığım deneyimi düşündüğümde, bu mudur yani İngiltere’lerde bu konularda doktora yapmış bilmemne uzmanı anlı şanlı psikolog teyzenin söyleyeceği diye düşündüm, kadına çok fena kızdım.

Neden?

Bir kere “kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor” lafı baştan sona düpedüz yalan. Bu eşcinsellik konusunu sadece seks olarak gören, sığ, dar kafalı, statükocu, baskıcı ve “aman kimse duymasın”cı bir bakış açısının yansımasından başka bir şey değil. Kimse kimseyle nasıl cinsel ilişkiye girdiğini ortalarda anlatmıyor belki gerçekten, tamam ama, eşcinsellik sadece cinsel ilişkiye girmek değil ki, kendi cinsiyetinden bir kişiden hoşlanmak, onla cinselliğinin yanında hayatını da paylaşmak istemek, eşin olmasını istemek, hayatın güzelliklerini de zorluklarını da beraber göğüslemek istemek, onu hayatının en önemli parçası haline getirmek istemek demek. Yani insanlar niye eş seçip evleniyorsa o ihtiyaçları paylaşmak istemek demek. Benim bir erkek arkadaşım olduğunda, ben onunla sadece seks yapmıyorum ki. Karşıcinsel bir ilişki de, belki sadece ilişkilerinin seks boyutunu dört duvar arasında yapıp başkalarıyla paylaşmıyor ama bunun dışında herşeylerini başkalarıyla paylaşıyorlar; beraber ne yaptıklarını, ilişkilerinin durumunu, sevgilerini, kavgalarını vs. başkalarıyla gayet enine boyuna paylaşıyorlar. Eşcinseller ise genel olarak bunlardan mahrum kalıyorlar kendi kabul eden arkadaş ortamlarını oluşturamadıkları sürece. Bu konuları bilmeyen, konuşmayan, fikir vermeyen psikolog, İngiltere’de doktora yaparken ne çalışmış çok merak ediyorum, “klasik heteroseksist statüko nasıl korunur?”u mu?


Valla o psikolog kadının o günkü tavrından şu anda nefret ediyorum bu nedenlerden dolayı ama bu eşcinsellikle ilgili konular, hep iki uçlu düşünülmesi gereken sıkıntılı konular, zira gittiğimiz psikologun “senin tedavi olman lazım, buraya onbeş seans terapiye gelmen lazım, ben seni iyileştiririm hiç korkma” diyen sahtekar bir çıkarcı olma ihtimali de vardı, böyle kendini psikolog diye satan tipler yok değil, üstelik annem özellikle böyle bir psikologu da seçebilirdi.

Psikologun muayenehanesinden çıktığımızda annem psikologun bir daha benle ne zaman görüşmek istediğini sordu, ben de kadının bir daha görüşmeye gerek olmadığını söylediğini, sadece seninle bir seans daha görüşmek istediğini söyledim. Şaşırdı. Terapi falan olmayacak mı diye sordu, hayır dedim. Bir hayalkırıklığı daha yaşadı sanırım. Sonrasında başka bir şey konuşmadık, ben İstanbul’a geri döndüm, o şekilde kaldı. Bir sonraki seansa gitti mi gitmedi mi diye de sormadım bir daha, zaten konuşmak beni de onu da rahatsız ediyor.

Bu olaydan sonra bir daha bu konu hiç açılmadı, ne ben bir şey söyledim ne o. Cinsellik, romantik ilişki, yalnızlık vs. konularına değinecek hiçbir şey de açmadı. İşin enteresan tarafı babam da hiç bu konulara girmiyor. Zaten öyle sorgulayan biri değildi, bir kere bile evlenme, kız arkadaş, şu bu muhabbeti açmıyor, konular bazen başkalarının o durumlarına gelse de. Biliyor veya hissediyor sanırım. Hiç bilmiyorum.

Anneme açılma konusu da gene iki uçlu düşünülmesi gereken bir konu. Belki annem bana pek destek oldu, acılarımı, sıkıntılarımı paylaştı diyemem, ama bir başka arkadaşımın anlattığı gibi, annesine söylediğinde “benim böyle evladım olmaz olsun, bir daha gözüme gözükme” tarzı ağır ve bir insanın annesinden duymak isteyeceği son sözler tarzında şeyler de söylemedi. Sanırım anneme bana yardımcı olmadı diye kızmak yerine, böyle dramatik boyutlara taşımadı diye şükretmem lazım geliyor.

Bir keresinde bana “benim başıma gelebilecek herşey geldi” demişti, neyi kastettiğini de anlamıştım. O laf aklıma geliyor bazen ve sinirleniyorum, “ne geldi ulan, oğlun adam mı öldürdü, dolandırıcı mı oldu, tecavüzcü mü oldu, felç mi oldu, kötürüm mü oldu, altını mı siliyorsun, akıl hastası mı oldu, hayırsız mı çıktı, paralarını mı yedi, seni mi dövdü, ne geldi????” diye düşünüyorum. Ne var yani, alt tarafı eşcinsel bir oğlun var ve hasbelkader bunu sana söyledi, yoksa akıllı, tahsilli, işinde gücünde, kimseye yük olmayan, zararı olmayan, evin yükünü çeken, herkesle iyi geçinen, el üstünde tutulan biri oldu. Bunları görmeyip de böyle karalar bağlamış hallerine ifrit oluyorum ama sonra “ya daha kötüsü olsaydı” diyip susuyor, şükrediyorum. En azından beni reddetmedi, bana artık oğlum değilsin demedi, beni zorla tedavilere sürüklemedi vs.

Bu durumları böyle detaylı yazdım ki belki oralarda birileri bu konularda kafa karışıklığı yaşıyor veya yalnız olmadıklarını görmek istiyorlarsa, bunları okusunlar bilsinler. Zor şeyler yaşadım, bu deneyimler boşa gitmesin, başkaları da okusun, bakış açısı elde etsin isterim.

Sevgiler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder