23 Ağustos 2015 Pazar

Uzun Süreli Eşcinsel İlişki Rehberi

Türkiye'de eşcinsel bir ilişki yürütmek fena halde zor. Aslında ilişki yürütmenin kendisi zor birşey elbette ama eşcinsel olunca her şey ziyadesiyle zorlaşıyor. Eşcinsel dünyasında da ilişkilerin çok uzun süreli yürümediğini, pek çok eşcinselin yalnız yaşadığını, ya da bu dünyada düzgün bir ilişki yaşamak umudu görmeyip bir kızla yol yakınken evleneyim kurtulayım düşüncesine girdiğini görüyoruz. Uzun süreli, romantik seviyesi yerinde, duygusal, paylaşıma açık, güven veren bir ilişki arıyor, "artık elimde telefon hornetlerde dolaşmak istemiyorum" diyorsanız, size bir rehber hazırladık.

Eşcinsel ilişki yürütmenin önündeki zorluklar:

1. Kendine açılmanın zaman alması, bu süreçte kimi eşcinsel bireylerin bir taraftan ilişki götürme isteği, bir taraftan kendilerini kabullenememe sıkıntıları ile arıza çıkarmaları, karşılarındaki kişiyi kırmaları, aldatmaları, ilişkiyi "ben götüremiyorum" diye bitirmeleri.

2. Toplumsal baskılar, eşcinsel ilişkinin kabul edilmemesi, bu nedenle etrafındaki kişilerden, yakın çevreden genelde hiç bir şekilde destek alınabilmeyi bırak, sürekli engeller çıkarılması, bilen herkesin ilişkinin bitmesini istemesi (istisnaları oluyor elbette ama özellikle gençleri etkileyen bir durum bu).

3. Heteronormativite ve cinsel duygularını baskılama ekseninde bir gelişim geçiren bireylerin, duygusal yönden zedelenmiş olması, eşcinselliğe karşı kendi içselleştirilmiş homofobileri, ilişkiye güven ve inanç konusunda eksiklikleri, ilişkiye başlarken "zaten bitecek" psikolojisiyle başlamaları.

4. Bu kadar baskı neticesinde, eşcinsel dünyasının genel olarak sabun köpüğü olduğu, ana amacın hep seks ve cinsellik üzerine şekillendiği, eşcinsel ilişkilerin geçici olduğu, kimsenin uzun süreli ilişki yaşamadığı şeklinde bir önkabul.

5. Eşcinsel bireylerin önünde, onların örnek alacağı, "aa isteyince oluyormuş" diyebilecekleri rol model çiftlerin çoğunlukla olmayışı.

6. Eşcinsellerin toplumda sayıca az olması, bunların daha da azının kendini kabullenmiş, uzun ilişki götürebilecek kişiler olması nedeniyle, karşıcinsel bir partner için seçime kıyasla sayıca çok az bir havuzdan seçim yapmak zorunda kalmak.

7. Tanışma ortamlarının genel anlamda çok dar ve kısıtlı olması. Karşıcinsel bir ilişki için hemen her yerde tanışma imkanınız var, arkadaşınızın bir fotoğrafında yanındaki kızlardan birini görür, "aa bu kim, sevgilisi var mı?" diye sorabilir, ondan "aa sana çok uyar, zaten o da bilkentli" türünden bir cevap alarak hem ilişki durumu uygunluğu, hem de tanıdığınız birisinden ne kadar uyabileceğiniz konusunda bilgiyi şıp diye alabilirsiniz. Eşcinsel ilişkilerde öncelikle açılmanız, sonra başka eşcinsellerle tanışmak için ya gey bar tarzı yerlere ya da internet ortamındaki tanışma siteleri veya benzeri ortama girmeniz, orada çok kısıtlı veriler ve bir önyargı yumağı içinde seçim yapmak zorunda kalmanız, ego çarpışmalarına kurban gitmeniz, bir sürü abuk subuk insan içinde, iyi birini bulma umutları azalmış kişilerle iletişim kurmaya çalışmanız. "tanınırım", "ya tanıdık biri beni görürse" endişelerinden dolayı gizlenen yüzler,  dolandırıcılık hikayelerinden veya ifşa edilme korkusundan dolayı güvensizlik. Hornet gibi yeni nesil mobil uygulamalarınde, kendini yazarak tanıtma kısımlarının iyice mikrolaşması nedeniyle, sadece resimlerden bir karakter analizi yapmak ile uğraşmak, sadece resim olmasının tanışma işini seks odaklı hale getirmesi. Eşcinsellerin takılabileceği sosyal mekanların çok çok kısıtlı ve sadece belli şehirlerde olması, bar/cafe ortamları dışında, tanışmak/konuşmak/sevişmek amacının dışında bir ortak faaliyette bulunabileceğiniz, benzer ilgi alanlarınızla tanışabileceğiniz tek ortamın lgbt dernekleri ve kulüpleri olması, bunların da herkese hitap etmiyor oluşu. Örneğin eşcinsellerin öncelikle beraber şarkı söylemek üzere toplandıkları bir boston gay men chorus ya da öncelikle spor yapmak için bir araya geldikleri bir london gay men's rowing team yok.

8. Karşıcinsel ilişkileri çoğu durumda dağılmaktan kurtaran boşanmaya karşı toplumsal baskı, arada çocuk olması, bir evlilik sözleşmesinin hukuki bağlayıcılığı gibi dışsal faktörlerin eşcinsel ilişkilerde bulunmaması.

Görüldüğü üzere bu toplumda eşcinsel bir bireyin aşması gereken pek çok sıkıntı var. Ama bu durumları görüp hemen karamsarlığa düşmüyoruz. Herşeyin bir çözümü var ve çözmek için en başta iyimser olup başaracağına inanmak ve umut etmek gerekiyor. Uzun süreli ilişki istiyorsanız, sizin için yol gösterici bir reçete hazırladım, kişisel tecrübelerimden ve okuduklarımdan bir derleme, katılmadığınız noktalar olabilir ama fikir vermesi açısından faydalı olacağını düşünüyorum.



Uzun süreli düzgün ilişki reçetesi

1. Öncelikle iki aklı başında eşcinsel birey. Mental problemleri olan biriyle çok zor (böyleleri de var evet).

2. Bu iki kişinin de eşcinselliklerini kabullenmiş, bu kabullenme döneminin çalkantılarını geriden bırakmış bireyler olmaları. Öteki türlü çok can yakıyor, birşeyler yapıp yapıp ertesi gün pişmanlık krizine girip aramayanlar, telefona çıkmayanlar, sevişmenin dibine vurup ertesi gün "ben gey mi oldum şimdi" diye ağlayanlar, "aktifim gey değilim" moronları vs vs. Kafasında "biraz böyle yaşayayım, bir yaşa geldiğimde annemler beni bir kızla evlendirir" düşüncesiyle yaşayan biri ile uzun vadeli birşey yaşamayı planlamak imkansıza yakın. Kişinin "ben eşcinselim, bir kadınla yaşayamam, ya bir hemcins partnerim olacak, ya da hayatımı yalnız yaşayacağım" diyebilmesi lazım. Arafta kalmış, gitgellerdeki biri ile ilişki götürmek çok zor. Hele evli olan erkeklerle düzgün bir ilişki hayali yaşayan "ama o çok iyi bir insan" gibi laflar eden gey kardeşlerimizin hangi kafada yaşadıklarını merak ediyorum.

3. Seks konusunda belli bir doygunlukta olmaları. Bu demek değil ki, halihazırda en az yüz tane farklı kişiyle seks yapmış olmaları lazım, kimi insanlar doğrudan romantik ilişki arıyor, bir gecelik bir ilişkiyi asla düşünmüyorlar. Burada kastedilen, bireylerin farklı kişilerle seks yapma hevesleri varsa onları gidermiş olarak ilişkiye başlamaları lazım. Tabii açık ilişki denilen tarz da kullanılabilir, eğer iki taraf da buna razıysa sorun yok.

4. Bu iki kişinin ikisinin de uzun süreli bir romantik ilişkiye ihtiyaç duymaları. Karşılıklı güven, anlayış, şefkat, sevgi, uzun vadeli planlar kurma, bir hayatı paylaşma gibi istekleri olmalı. Weekend filmi gibi, biri bunu isterken öbürünün hiç o taraklarda bezi olmaması durumları olabiliyor. Yine de eğer güçlü bir bağ oluşursa, bu kişinin eşcinsel ilişki hakkındaki önyargılarının kırılması ve ilişkiye inanma ihtimali var. Ama aklını önüne gelenle yatmak ile bozmuş birisi ile bu iş olmaz.

5. Karşılıklı cinsel çekim ve sevgi. Evet her ikisi de lazım, biri olup öteki olmadan zor. Bunun akla yatan tek istisnası birisinin isteği sevgi ve arkadaşlıkken, ötekinin karşı tarafın parası/çevresi/sağladığı imkanlar olması. Ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama bu şekilde uzun süreli ilişkilerin gittiğini gördüm. Alan razı satan razıysa sorun yok elbette (ama sevimli değil).

6. Bu iki kişinin sorumluluk sahibi kişiler olması lazım. Bu konu da fena halde önemli zira ilişki sorumluluk, sabır, anlayış, fedakarlık ve çaba gerektiriyor. Bu kişilerin ilişkinin getireceği bir takım kısıtları ve sorumlulukları kabul etmesi, ona göre hayatını şekillendirmesi lazım. Buna arayıp sorma, arayı açmama, karşıdakinin sıkıntılarına sorunlarına ortak olma, gerektiğinde partnerinin arkasında durabilme, ona maddi manevi destek çıkabilme, partneri için bazı zevklerinden fedakarlık edebilme, en önemlisi zamanını ayırabilmesi gerekiyor. Partnerlerden birinin aklı bir karış havadaysa, yeterince ilgilenmiyorsa, fedakarlık göstermiyorsa, biri gelir biri gider gözüyle yaklaşıyorsa, herşeyi bırakıp amerika'ya taşınma hayalleri varsa, isterse brad pitt olsun, karşı taraf bir noktadan sonra "skerim belasını der", o ilişki gitmez.

7. Para. Bundan bahsetmek romantik ideallerimize ters gelse de, özellikle aile desteğinin olmadığı eşcinsel ilişkilerde, parasız saadet olmuyor, olsa da uzun süreli gitmiyor. Taraflardan en az birinin idare edecek bir geliri olması lazım zira parasızlıkta aşkınızı oturup yiyemiyorsunuz. İlişkinin sağlam temellerde gidebilmesi için para şart zira finansal problemler yaşamak ciddi derecede yıkıcı. Bu nedenle tarafların işlerine sahip çıkmaları, mümkün mertebe parasız kalmamaya çalışmaları lazım. Tek tarafın para kazandığı ilişkilerde, o tarafın sömürülüyor hissine kapılmaması için, karşı tarafın da başka konularda fedakarlık göstermesi gerek (mesela öğrenciyse, derslerinde başarılı olup iyi bir gelecek için çabasını ortaya koyduğunu göstermesi vs).

8. Benzer bir kültürel ve eğitimsel geçmiş, benzer ilgi alanları ve zevkler, hayata benzer bir pencereden bakmak. Bu elbette sadece eşcinsel ilişkiler için geçerli olan birşey değil ama yine de yazılması lazım. Çok farklı tellerden çalan iki tipseniz, aranızdaki cinsel çekim ve frekans ne kadar iyi olursa olsun, bir noktadan sonra o iş gitmiyor. Davul dengine dengine çalması lazım.

9. Mahremiyet sağlanacak bir özel alan. Bu konu da çok önemli. Liseli aşıklar gibi kafelerde ve otobüs duraklarında götürülen bir ilişki, sevişmek için arkadaşın evinin veya annelerin bodrum'daki yazlığa gitmesinin beklenildiği bir ilişki, bir süre sonra ister istemez sıkıyor. Hadi üniversite öğrenciliği döneminde de tahammül edildi ama iş hayatına geçmiş kişilerin hala özel alanlarının olmaması, ilişkiyi zedeleyecek bir başka önemli unsur.

10. Belli bir miktar açıklık. Bireyler eşcinselliklerini facebook hesaplarından duyurmuş olmaları gerekmez elbette ama en azından çevrelerindeki belli arkadaş gruplarına, belki ailelerinin bazı fertlerine açık olmaları, o ilişkinin selahiyeti açısından önemli. Zira ilişkinin sadece evin mahremiyetinde veya dışarıda kuytu köşelerde, yalnız başına geçiyor olması, "neredesin?" diye telefonda soranlara kaçamak/yalan cevaplar verilmesi, hem saklayanı hem saklanılan pozisyonuna düşen kişiyi bir noktadan sonra boğuyor. Saklanılan, kendisinin utanılacak birşey olarak görülmesine bir noktadan sonra bozulmaya başlıyor, "bu adam adam olsaydı da bu denli uzun bir ilişkisini, değer verdiği adamı hala saklama ihtiyacı hissetmeseydi" diyor. Her iki kişinin de çevresine saklandığı durumlar ise çok daha yıpratıcı. Uzun süre gizlilik bulutları arasından götürülen bir ilişki bir noktada patlar. Bunun daha da kötüsü, taraflardan birinin veya ikisinin birden evli olma durumları, aman aman...

11. Çok kısıtlayıcı, baskıcı ve kıskanç olmamaları. Gerçi bu her türlü ilişki için geçerli fakat karşıcinsel bir ilişkide kadınlar bu konuda daha tavizkar olabiliyorlar, "sevginin" veya "toplumsal erkekliğin" bir göstergesi olarak kabullenebiliyorlar. Öte yandan ilişki iki erkek arasında oluyorsa, bu baskılanmaya karşı tepki daha sert olabiliyor, ilişkinin sonunu getirebiliyor. Bir tarafa rahatsızlık veren durumlar, açık şekilde karşı tarafla konuşulabilmeli, ortak çözüm ve anlayış sağlanabilmeli.

12. Uzun mesafe ilişkisi, ortaya yeterince bağlılık ve çaba konulmuşsa, sık sık görüşülmeye karşılıklı gayret varsa, olmayacak birşey değil. Yine de bu durumun fazla uzatılmaması daha sağlıklı elbette.

13. Ortak bir gelecek planı sahibi olmak. Partnerlerin gelecekleri için düşündükleri planın paylaşılıyor olması. Daha da iyisi, bu plan için ortaklaşa çalışıyor olmak.

14. İki bireyin de aktiflik pasiflik durumlarına çok takılan insanlar olmaması. Bu benim kişisel görüşüm, doğru olmayabilir ama genel gözlemim, bu konuya takıntı derecesinde çok önem veren eşcinsel bireylerin uzun süreli ilişki götürme konusunda işinin biraz zor olduğu yönünde. Genel olarak hiç birşeye takıntılı olmamak lazım ama seks konusunda takıntılı olmak, ilişkiyi yıpratıcı ciddi bir sıkıntı oluyor. Bırak ikinizin nasıl hoşuna gidiyorsa öyle olsun.

Belki atladığım başka noktalar da olabilir ama genel hatlarıyla bu şekilde idare eder bir liste. Gördüğünüz gibi uzun süreli eşcinsel ilişki için pek çok faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Hani etrafımızda örneklerini fazlaca görmüyor olmamız çok enteresan birşey değil. Yine de olmaz birşey değil, iyimser olup ne istediğini bilip aramaya devam etmek önemli.


Not: Bu satırları yazan kişinin 6 senedir süren bir romantik ilişkisi bulunmakta. Çok bilmeden ahkam kesmiyorum yani.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Psikolog

Anneme açıldığımda, kendisi eşcinsel olmama çok üzülmüş, cinsel tacize uğrayıp uğramadığımı merak etmiş, kendince bu durumun nedenini bulmaya çalışmıştı. Dilimin döndüğünce bunun dışarıdan bir nedeninin olmadığını, kendimi bildim bileli böyle olduğumu anlatmaya çalışmıştım. Çok tatmin edici olmadı sanırım onun için. Bana bundan kimlere bahsettiğimi sormuştu, sanırım başkalarının duymasından da çekiniyordu.

Anneme açılmamın nedeni sanırım sıkıntılarımı paylaşacak ve bana akıl verecek birine ihtiyaç duymamdı. Kendimi geleceğim konusunda çok fena kafası karışık ve korkmuş hissediyordum, biraz yol gösterilmeye ihtiyacım vardı. Bunun için annem iyi bir seçim miydi, orası tartışılır, zira annem zaten hayatım boyunca öyle yol gösterici, benim sorunlarımı dinleyen, akıl veren biri olmadı, hala da değil. Bu şekilde açılınca ne yapmasını bekliyordum, “oğlum” deyip bana sarılmasını, karşılıklı uzun süre ağlaştıktan sonra birbirimize daha sıkı kenetlenmeyi, benim dertlerimi dinleyip “vay neler neler yaşamışın, bu süreçte sana yardımcı hiç olamamışım, ama bundan sonra yanındayım” demesini mi? Açıkcası tam olarak ne beklediğimi bilmiyorum, söyleyince sadece yıllardır içimde sakladığım şeyi söylemenin bu kadar kolay olmasına şaşırdım, o kadar.

Annemle ağlaşmadık, öyle çok fazla duygusallaştığımız da söylenemez. Hiç filmlerdeki gibi sahneler de yaşanmadı. Nedenini anlamak istedi, pek ortada somut neden olmamasına şaşırdı, bir sevgilim olup olmadığını sordu (var dedim), kim olduğunu merak etti (söyledim), başıma taciz, tecavüz olayı gelip gelmediğini sordu (hayır dedim), bunu başka kimlere söylediğimi sordu (kimseye dedim), babana ve başka kimseye söyleme dedi falan. Öyle sarılmalar, kucaklaşmalar, duygu dolu sahneler yaşanmadı, moron gibi bir konuşma oldu. Tabii herhalde çok üzüldü, hayal kırıklığı falan yaşadı. Değer miydi? Bilmiyorum, çok süper hesaplayarak yaptığım bir şey olmadı, biraz anlaşılmak, biraz desteklenmek, biraz da yol gösterilmeye ihtiyacım vardı ve bunu anneme anlatmazsam kime anlatabilirim diyordum. Üstünden geçen üç yılda faydası oldu mu diye soracak olursanız, aslında somut olarak hiçbir faydası olmadı, annemden beklediğim herhangi bir desteği aldım diyemem ama şu var ki, herhangi bir konuda yalan söylemiyor olmak, o saklanmışlığın birazcık da olsa yırtılmış olması beni biraz iyi hissettirmiyor değil. Değer miydi annemi üzmeye peki? Yani bu soruya cevap vermek çok kolay değil, anneler de öyle insanlar ki, mutlaka üzülecek birşeyler buluyorlar. Söylemesem dahi niye evlenmiyorsun, niye kız arkadaşın yok falan diye düşünür, üzülür ama bir şey belli etmezdi de, sormazdı da. Zor işler aile işleri.


Neyse, annem bana o gün, “ben sana bir psikolog bulucam, onunla görüşme ayarlayacağım, sen de İstanbul’dan geleceksin” dedi. Kabul ettim, olur dedim. Annemin hedefi belliydi, terapi görüp eşcinsellikten kurtarmak. Benim kabul etmeme sebep, hem annem ile bu konuları konuşabilecek belki bir ortam yaratılır, annem daha  çok öğrenir ve anlayış gösterir (belki sonunda aktivist olur, hayatının kalanını lgbt aktivizmine adar falan J), hem de belki psikolog yardımcı olur, bana yol gösterir, akıl verir, bir şey olur, kaybolmuşluk ve geleceğe dair güvensizlik hislerimden kurtulmama yardım edecek tavsiyelerde bulunurdu. Biraz fazla safmışım evet.

Ondan sonra annem bir gün daha benle kalmıştı ama hiç lafını etmedik. Sonra döndü, bir hafta sonra beni aradı, bir psikolog ayarladığını, haftasonu gelip görüşmemi istediğini söyledi. Ben de kabul ettim. O haftasonu geldim, bir cumartesi günü, iyi bir muhitteki psikolog hanımın muayenehanesine gittik. Annem psikologu internetten araştırarak bulduğunu, kadının bu konularda (konuların ne olduğunu falan açık söyleyemiyor) İngiltere’lerde doktoralar yaptığını, bu işin uzmanı olduğunu öğrendiğini, o nedenle seçtiğini söyledi. İyi dedim.

Neyse girdik içeri, bekleme salonunda oturduk, psikolog hanım bir süre sonra beni odasına buyur etti, annem dışarıda bekleme odasında kaldı. İçeri girdim, kadının gösterdiği tekli koltuğa oturdum. Kadın da kendi masasına değil de benim oturduğum yerin karşısındaki bir tekli koltuğa oturdu. Kadın 45 yaşlarında, normal tipli biriydi, elinde bir kupa içinden birşeyler içiyordu. Ben kendimi aslında çok rahat hissediyordum, çok gergin değildim. Kadın koltuğa gömüldü, elindeki kupayı iki eliyle tutup bana bakıyordu. Ben gayriihtiyari olarak bir bacağımı, bileğim dizime gelecek şekilde üstüste attım. Öyle dururken, bunun kadına ayıp olacağını düşünüp bacağımı indirdim ve:

- “Kusura bakmayın, bacak bacak üstüne atmamdan rahatsız olabilirsiniz” türünden bir şey dedim. Kadın istifini bozmadan, önündeki kupayı iki eliyle kavramış bakmaya devam ederek:

- “Yoo, ben de kahve içiyorum, sen bundan rahatsız oluyor musun?” diye karşılık verdi. Tam böyle deli muhabbeti ortamı oluştu yani. Kadın böyle filmlerdeki psikologlar gibi, beni obsesif-kompulsif bir şey gibi mi gördü nedir, test mi ediyordu da böyle gıcık bir soruyla cevap verdi bilmiyorum, ama bu cevap bana komik geldi. Kadını fazla sallamadım ve bacağımı geri üstüste atarak:

- “Yok niye rahatsız olayım, siz rahatsanız ben de rahatım” dedim ve sırıtmaya başladım. Kadın bir süre daha böyle “lütfen rahat olun, gevşeyin, çocukluğunuzdan başlayalım, siz kendinizi sorunlu görüyor musunuz vs.” tarzı, koltuğuna gömülüp gözlüklerinin üzerinden sorgulayıcı bakışlarla bakan klişe psikolog tavrını devam ettirdi. Hayatımda ilk defa psikologa gitmiştim, kendimi sorunlu görmüyordum, üstüne rahat da hissediyordum, sadece bana hayatımda yardımcı olacak bazı içgörüleri bu konular üzerinde deneyimi olan birinden alabilirim diye, pozitif bakarak oraya gelmiştim. Bu tavrımı konuşma ilerledikçe anlayan psikolog hanım, üstüne sorduğu sorulara, konuyu akademik olarak da fazlasıyla bildiğimi, Kinsey raporlarından kabulleniş teorilerine kadar bir dünya şeyi anlattığımı görünce, o baştaki “lütfen söyleyin, deli misiniz siz???” tarzı üstten bakar hali gitti, iki arkadaş, hatta bu konularda deneyimli iki meslekdaş muhabbetine dönüştü. Kendime açılma sürecimde, herşeyi detaylı merak eden ben, oturup bu konular hakkında on-oniki kitap, bir sürü makale devirmişliğim olup, üstüne Lambda gibi ortamlarda uzun süreli bulunmuşluğum da olunca, bayağı bir bilgi birikimi edinmişim, onları konuştuk. Ne konuştuğumuzun detaylarını hatırlamıyorum, üzerinden üç yıl geçti, ama sohbetin başı hariç çok tatlı geçtiğini söyleyebilirim. Öte yandan kadının hayatım için tavsiyesi şu oldu: “Kimseye ilan etme, kimseye söyleme, söylemek zorunda değilsin, kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor, sen de anlatma, ne yaşıyorsan yaşa ama kendine saklı kalsın, annenle de ben konuşurum”.

Yani kısaca kadın benim işime yarayacak hiçbir şey söylemedi, hiçbir pratik tavsiye vermedi, onun yerine annemin dediklerinin neredeyse bir tekrarı oldu. Sokaktaki azıcık liberal görüşlü sıradan bir Türk insanı ne diyebilirse onu dedi. O muayenehaneden çıkarken bunları çok kafaya takmadım ama sonra bu yaşadığım deneyimi düşündüğümde, bu mudur yani İngiltere’lerde bu konularda doktora yapmış bilmemne uzmanı anlı şanlı psikolog teyzenin söyleyeceği diye düşündüm, kadına çok fena kızdım.

Neden?

Bir kere “kimse dört duvar arasında ne yaşadığını herkese anlatmıyor” lafı baştan sona düpedüz yalan. Bu eşcinsellik konusunu sadece seks olarak gören, sığ, dar kafalı, statükocu, baskıcı ve “aman kimse duymasın”cı bir bakış açısının yansımasından başka bir şey değil. Kimse kimseyle nasıl cinsel ilişkiye girdiğini ortalarda anlatmıyor belki gerçekten, tamam ama, eşcinsellik sadece cinsel ilişkiye girmek değil ki, kendi cinsiyetinden bir kişiden hoşlanmak, onla cinselliğinin yanında hayatını da paylaşmak istemek, eşin olmasını istemek, hayatın güzelliklerini de zorluklarını da beraber göğüslemek istemek, onu hayatının en önemli parçası haline getirmek istemek demek. Yani insanlar niye eş seçip evleniyorsa o ihtiyaçları paylaşmak istemek demek. Benim bir erkek arkadaşım olduğunda, ben onunla sadece seks yapmıyorum ki. Karşıcinsel bir ilişki de, belki sadece ilişkilerinin seks boyutunu dört duvar arasında yapıp başkalarıyla paylaşmıyor ama bunun dışında herşeylerini başkalarıyla paylaşıyorlar; beraber ne yaptıklarını, ilişkilerinin durumunu, sevgilerini, kavgalarını vs. başkalarıyla gayet enine boyuna paylaşıyorlar. Eşcinseller ise genel olarak bunlardan mahrum kalıyorlar kendi kabul eden arkadaş ortamlarını oluşturamadıkları sürece. Bu konuları bilmeyen, konuşmayan, fikir vermeyen psikolog, İngiltere’de doktora yaparken ne çalışmış çok merak ediyorum, “klasik heteroseksist statüko nasıl korunur?”u mu?


Valla o psikolog kadının o günkü tavrından şu anda nefret ediyorum bu nedenlerden dolayı ama bu eşcinsellikle ilgili konular, hep iki uçlu düşünülmesi gereken sıkıntılı konular, zira gittiğimiz psikologun “senin tedavi olman lazım, buraya onbeş seans terapiye gelmen lazım, ben seni iyileştiririm hiç korkma” diyen sahtekar bir çıkarcı olma ihtimali de vardı, böyle kendini psikolog diye satan tipler yok değil, üstelik annem özellikle böyle bir psikologu da seçebilirdi.

Psikologun muayenehanesinden çıktığımızda annem psikologun bir daha benle ne zaman görüşmek istediğini sordu, ben de kadının bir daha görüşmeye gerek olmadığını söylediğini, sadece seninle bir seans daha görüşmek istediğini söyledim. Şaşırdı. Terapi falan olmayacak mı diye sordu, hayır dedim. Bir hayalkırıklığı daha yaşadı sanırım. Sonrasında başka bir şey konuşmadık, ben İstanbul’a geri döndüm, o şekilde kaldı. Bir sonraki seansa gitti mi gitmedi mi diye de sormadım bir daha, zaten konuşmak beni de onu da rahatsız ediyor.

Bu olaydan sonra bir daha bu konu hiç açılmadı, ne ben bir şey söyledim ne o. Cinsellik, romantik ilişki, yalnızlık vs. konularına değinecek hiçbir şey de açmadı. İşin enteresan tarafı babam da hiç bu konulara girmiyor. Zaten öyle sorgulayan biri değildi, bir kere bile evlenme, kız arkadaş, şu bu muhabbeti açmıyor, konular bazen başkalarının o durumlarına gelse de. Biliyor veya hissediyor sanırım. Hiç bilmiyorum.

Anneme açılma konusu da gene iki uçlu düşünülmesi gereken bir konu. Belki annem bana pek destek oldu, acılarımı, sıkıntılarımı paylaştı diyemem, ama bir başka arkadaşımın anlattığı gibi, annesine söylediğinde “benim böyle evladım olmaz olsun, bir daha gözüme gözükme” tarzı ağır ve bir insanın annesinden duymak isteyeceği son sözler tarzında şeyler de söylemedi. Sanırım anneme bana yardımcı olmadı diye kızmak yerine, böyle dramatik boyutlara taşımadı diye şükretmem lazım geliyor.

Bir keresinde bana “benim başıma gelebilecek herşey geldi” demişti, neyi kastettiğini de anlamıştım. O laf aklıma geliyor bazen ve sinirleniyorum, “ne geldi ulan, oğlun adam mı öldürdü, dolandırıcı mı oldu, tecavüzcü mü oldu, felç mi oldu, kötürüm mü oldu, altını mı siliyorsun, akıl hastası mı oldu, hayırsız mı çıktı, paralarını mı yedi, seni mi dövdü, ne geldi????” diye düşünüyorum. Ne var yani, alt tarafı eşcinsel bir oğlun var ve hasbelkader bunu sana söyledi, yoksa akıllı, tahsilli, işinde gücünde, kimseye yük olmayan, zararı olmayan, evin yükünü çeken, herkesle iyi geçinen, el üstünde tutulan biri oldu. Bunları görmeyip de böyle karalar bağlamış hallerine ifrit oluyorum ama sonra “ya daha kötüsü olsaydı” diyip susuyor, şükrediyorum. En azından beni reddetmedi, bana artık oğlum değilsin demedi, beni zorla tedavilere sürüklemedi vs.

Bu durumları böyle detaylı yazdım ki belki oralarda birileri bu konularda kafa karışıklığı yaşıyor veya yalnız olmadıklarını görmek istiyorlarsa, bunları okusunlar bilsinler. Zor şeyler yaşadım, bu deneyimler boşa gitmesin, başkaları da okusun, bakış açısı elde etsin isterim.

Sevgiler.